Kurtulur dil, tarih, ahlak ve iman

Görürler nasılmış, neymiş Kahraman!

Yer ve gök su vermem dediği zaman

Her tarlayı sular arkımız bizim!

Bir evladın ya da eşin şehadetinin üzerinden ne kadar süre geçerse geçsin acı, aynı, ilk günkü gibi taze kalıyor. Aileler, şehitleri ile ilgili hatıralarını anlatmaya başladıklarında o anı yeniden yaşıyorlar sanki. Şehitleri ile ilgili hatıralar canlanıyor, haberi ilk aldıklarında hissettikleri acıyı yeniden hissediyorlar. Kelimeler boğazlarda düğümleniyor…

Bugünkü yazımızda, şehadetinin üzerinden 17 sene geçmesine rağmen hâlâ aynı acının yaktığı Osman ve Emsal Arslan çiftinin oğlu Şehit Piyade Çavuş Dursun Arslan ile ilgili hatıraları aktarmaya çalışacağız.

Baba Osman Arslan’ın üç erkek kardeşten ortancasıymış.Ailede olan bu üç erkek evlat geleneği hem Osman Beyde hem de abisinde devam etmiş. Şehidimiz, Doğanhisar’ın Koçaş Köyü'nde bu ailenin ikinci çocuğu olarak dünyaya gelmiş. Üç evlatlarından ortancasıymış. 1970 yılında doğmuş. Çocukluğunun ilk yılları burada geçmiş.

Aile, 1976 yılında Konya’ya taşınmış. Şehidimiz, ilkokulu Rebi Karatekin İlkokulunda, ortaokulu Dumlupınar Ortaokulunda okuduktan sonra Meram Teknik Lisede Elektrik bölümünü tamamlamış. Okulunu bitirdikten sonra Şeker Fabrikası’nda iki yıl çalışmış. 15-16 yaşlarında aile bütçesine katkı sağlamaya başlamış.

Çocukluğunda anne ve babasının en büyük yardımcısı olmuş. “Üç erkek kardeş içinde o bir farklıydı.” diyor baba Osman Arslan. Devamında ise gözleri yaşlı, “Onun bize karşı ayrı bir sevgisi bizim de ona karşı ayrı bir sevgimiz vardı”, diye ekliyor. 

Şehit aileleri ile yaptığım görüşmeler beni onlarla ilgili tek bir kanıya vardırdı: Onlar Allah’ın özel olarak yarattığı kullardı. Sanki Rabbim elleriyle onları yeryüzüne bırakmış ve vadesi dolduktan sonra yine yanına almıştı. Bende bu fikrin oluşmasını sağlayan sebep Şehitlerimizin neredeyse tamamının ortak özelliklere sahip olmasıydı. Saygılı, kimseyi kırmayan, üzmeyen, çalışkan, başarmaya odaklı ve “o bir farklıydı” diye tarif edilen kişiler. 

Şehit Piyade Çavuş Dursun Arslan’ı da anne ve babası işte bu meziyetlerle tarif ediyor. Babaya bir arkadaş, anneye bir yardımcı olmuş. Yer sofrasında yemek yedikten sonra sofrayı o kaldırırmış. Sabah uyandıklarında hem kendi yatağını hem de anne-babasının yatağını o toplarmış daha kahvaltıya oturmadan. Elinden her iş gelmiş, annem rahat etsin diye ev işi bile yapmış.

19-20 yıllık hayatı boyunca kimseye, kaşının üzerinde gözün var, dememiş. Eline ne geçse anne ve babasıyla paylaşmış hep. Anne Emsal Hanım, oğlunu anlatırken yaşadıklarının daha dün yaşanmış gibi olduğunu ifade ediyor. “Hala gözüm kapılarda, sanki çıkıp gelecekmiş gibi” diyor ve ekliyor  “Çok zor ama yapacak bir şeyimiz yok. Allah verdi Allah aldı.

Şehidimiz, 1990 yılının Mart ayında vatani görevini yerine getirmek için askere gitmiş. Acemi birliğini Denizli’de yapmış. Usta birliği ise Kırklareli Pınarhisar’daymış. Piyade olarak başladığı askerliği sırasında Kırklareli’nde girdiği sınavı kazanarak çavuş olmuş. Terhisine 8 ay varken Özel Tim olarak Mardin Nusaybin’e gönderilmiş. Trenle giderken Konya’dan geçtikleri sırada anne ve babasıyla yaptıkları görüşme son görüşmeleri olmuş. Mardin Nusaybin’debir dağ köyünde özel tim olarak 7-7.5 ay görev almış.

Bin süre öncesinde terhis olan 31 askerimizi taşıyan otobüsün, PKK’lılar tarafından durdurulması ve hepsinin şehit edilmesi olayından sonra terhisi gelen askerleri kamplarda toplayıp uçakla Ankara’ya göndermeye başlamışlar. Şehidimiz de bu şekilde Adana’ya gelmiş. Terhisine 5 gün kala dağıtım için Adana’ya getirilen Şehidimiz, 13 Ekim 1991 tarihinde şehadet şerbetini içmiş. 

Elektrik arızası olduğu için görevli olarak başka bir bölüğe götürülen Şehidimiz, tutulduğu yüksek gerilim sonucu şehit olmuş. Ailesiyle bir hafta önce yaptığı görüşmede teröristlerle karşılaştıklarını ama hiç zayiat vermediklerini anlatmış Şehidimiz. Demek ki şehadeti bu şekilde yazılmış.

Askeriye tarafından gelen bir telefonla önce yaralandığı sonra da şehadet haberi verilmiş aileye. Haberi alan Osman Amca, telefonda başçavuşun “oğlunuz şehit oldu” cümlesini duyduktan sonra fenalık geçirmiş. Emsal Teyzem de o gün ne yaşandığını anlayamadığını söylüyor. Gelen bu haberle bir anda dünyaları değişmiş, ciğerleri yanmış. İşte burası kelimelerin düğüm olup boğaza takıldığı an. 

Hayatta attığımız her adım, yaşadığımız her olay, atacağımız bir sonraki adım ve olay için bir hazırlıktır. Ama bir sonraki adımı atmadan yaşanacakları yaşamadan bir öncekini anlayamıyoruz bazın. Aşağıda yazılanları okuduğunuzda ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.

Daha yirmi günlük gelin iken gördüğü bir rüyayı Emsal Teyzem şöyle anlatıyor: “ Daha çocuğum yokken, yirmi günlük gelinken ben bir rüya gördüm. Köyümüzün yanında yüksek bir tepe var. Tepenin üzeri delik delik olmuş. Tepenin üzerinde bizim köyden Hurşit abi var ona, “beni bu yana çağırdılar o tarafa nasıl gideceğim kapısı nerde?, diye sordum. O da, bana gideceğim yolu tarif etti. Gittiğim yerde koyu mavi eşarp örtmüş, gözünden başka hiçbir yeri görünmeyen bir kadınvar. Oda gibi bir yerde toplananlar dört sınıfa ayrılarak oturmuş. Orada kalabalığı görünce kendi kendime Allah’ım herkes gelmiş ben kalmışım dedim. Sonra kadına ben nereye oturayım diye sordum. O da bana, sen Şehitler sınıfına otur, dedi. Ben o kadının gösterdiği yere oturdum. Sonra amcamın gelini geldi. O da sordu nereye oturacağını, ona da, sen Kimsesizler sınıfına otur, dedi. O kadının çocuğu çoluğu olmadı, kimsesiz kaldı” Sabah olayı kayınpederine anlatınca kayınpederi sülalelerinde çok şehit olduğunu onların malum olduğunu söylemiş. Tabi o zaman bu yaşadıklarını yaşayacağı değil aklına gelmek ucundan bile geçmemiş. 

Oğlunun şehadetinden önce de onun şehadetini rüyasında görmüş. Evlerinin etrafını bir kalabalık sarmış. Bir yandan da ocak üzerinde iki büyük kazanın birinde kuzu kavurması diğerinde ciğer kavurması pişiriliyormuş. İlle tadına bak diye ciğer kavurması yedirmişler. Sıcak sıcak ağzına aldığı ciğer çok lezzetliymiş. Bunun üzerine uyanmış Emsal Teyzem. Daha önce de birkaç tane çocuğunu kaybettiğinde bunun gibi rüyalar görmüş. Uyandıktan sonra eşine oğullarından birinin öleceğini ama hangisinin olduğunu bilmediğini söylemiş. İki oğlu da asker olan anne, hangisi olduğunu bilemedim, yakıştıramadım üçüne de diyor. 

Osman Amca, eşine “sus demiş sus anlatma”. Ama yüreğine bir kor düşmüş bile. Şimdi o korun üzerinden 17 sene geçmesine rağmen hiç sönmemiş yüreğini yakan ateş. “Rabbim bütün vatan evlatlarını korusun. Ülkemize, milletimize zeval vermesin…” dualarına bizim ekleyebildiğimiz yine aynı cümlemiz oluyor. Vatan Sağolsun.

DERYA KARAKAYA

Editör: TE Bilişim