Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi Başkanı ve Türk Dünyası Vakfı Mütevelli Heyeti Üyesi Ahmet Köseoğlu, Ziraat Mühendisi olmasına karşın kültür-sanatla iç içe olmasından, eserlerine kadar birçok konuyla ilgili değerlendirmelerde bulundu. İçerisinde yer aldığı sivil toplum faaliyetleri ve Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) Konya Şubesi faaliyetlerinden de bahseden Köseoğlu, “Sürekli yeni şeyler yapmak, iyinin iyisini aramak için üretim içinde bulunmayı prensip haline getirdim. Sınırları sürekli zorlamayı, yeni şeyler üretmeyi yeğleyen biriyim. Kendimi kültür sanat işlerinin hadimi gibi görüyorum” diyor.

M.GÜDEN: Ziraat Mühendisisiniz ama hep kültür sanatla ilgili olmuşsunuz. Nasıl oldu bu?

A.KÖSEOĞLU: Ziraat Fakültesi mezunu olarak alanımda çalışmalar yapabilirdim. Fakat toplumsal, kültürel, sanatsal işlere ve basın yayın işlerine hizmet etmem için Allah bana memurlukta bu görevleri lütfetti. Yaptığım işlerin de ilahi bir lütuf olduğunu düşünüyorum.

M.GÜDEN: Bu kadar çeşitli işte bunca üretimi sağlamak kolay olmasa gerek. Buna kabına sığamamak diyebilir miyiz?

A.KÖSEOĞLU: 30 yıllık memuriyette yaptığım görevlerde kamu adına, insanlık adına, kurum adına kanunlarla ters düşmeyen, yapılmasında fayda olan her türlü çalışmayı yapabilmenin gayretinde bulundum. Sürekli yeni şeyler yapmak, iyinin iyisini aramak için üretim içinde bulunmayı prensip haline getirdim. Sınırları sürekli zorlamayı, yeni şeyler üretmeyi yeğleyen biriyim. Kendimi kültür sanat işlerinin hadimi gibi görüyorum. Bu tip işleri yapanlara hizmet etmekten de mutluluk duyuyor, bunu bir vecibe olarak addediyorum. Rahmetli Mehmet Önder, Feyzi Halıcı, Sefa Odabaşı, Seyit Küçükbezirci, Hasan Özönder, Mehmet Eminoğlu gibi birçok ilim ve kültür adamına çalışmalarına kurumsal ve şahsi katkıları hep görev bildim.

M.GÜDEN: Eserlerinizin muhteva itibariyle mühim olduğunu görüyoruz. Kendini Koruyan Şehir’den biraz bahsetmek gerekirse; şehirlere ne söylüyorsunuz?

A.KÖSEOĞLU: Yurt içi ve yurt dışından tarihi şehirlere ve kentlere gezilerim, görevli olarak gitmişliğim oldu. Buralarda fiziki yapının ötesinde bir ruh aradım. O şehrin ya da kentin ruhuyla ilgili neler hissedebilirim, buna yoğunlaştım. Dolayısıyla şehirlerin ve kentlerin, varsa dünden bugüne tarihi geçmişi, tarih bugüne ne söylüyor ve bugünün insanı tarihten devşirdiği ruhu şehirde nasıl yaşatıyor, yaşatmış; bunları görmeye, dinlemeye, hissetmeye çalıştım. Ve bu şehirleri kısa ama öz yani her kelimesini imbikten süzer gibi seçerek; bir şehir rehberi oluşturma amacından ziyade ruhlarına vurgu ile yazmaya çalıştım. Bu kitapta başta Konya olmak üzere Şam-ı Şerif, Kütahya, Urfa, Üsküp, Kırım-Bahçesaray, Mostar, Saraybosna, ve Amerika’nın sentetik kentleri Los Angeles, New York, San Francisco, Las Vegas gibi şehirleri yazdım. Şehrazat’ın bin bir gece anlattığı masallarındaki gibi muhayyel bir güçle Kaf dağını aşıp, Simurg’un kanadında Cabulka ve Cabulsa'ya yolculuk yapabilir miydim, bilmiyorum. Ama bildiğim; hemen yanı başımızda, duran düne ait şehirleri bilmediğimizdi. Bugüne ait kentleri de uzakta olsalar da gidip görmeden, önceden bildiğimdi. Hâsılı hemen yanımızdaki Şam'ı, Saraybosna'yı, Halep'i, Kütahya'yı, Aksaray'ı, Akşehir'i, Bolvadin'i, Beyşehir'i tanımadan İsviçre'nin kentlerini, Amerikan'ın genç kentlerini görmenin geçmişe yapılacak bir haksızlık olduğunu düşünüyorum. Bizden çok şeyin olduğu bu şehirlerin ruhuna yolculuğa çıkmanın yapılabilecek güzel eylemlerden olduğunu düşünüyorum.

Bu arada, şehirlerin ruhuna yolculuğum halen devam ediyor. Allah nasip ederse şimdi de Mekke, Medine, Kudüs ve Ahmet Yesevi’nin şehri Yesi’yi yazmayı planlıyorum.

M.GÜDEN: Şehir ve kent olarak iki ayrı vurgu yaptınız. İkisi arasındaki fark nedir?

A.KÖSEOĞLU: Dünü bugünde yaşatan, geçmişinde, tarihi üzerinde uzunca süre eğleştirmiş, önemli olaylara tanıklık etmiş, üzerinde çok uzun yüzyıllar güneşin doğup battığı yerlere şehir ve hatta kadim şehir diyebiliriz. Ayrıca Yesrib’in Medine olmasından bu tarafa, medeniyet ve şehir kavramının Müslüman toplumlarına daha çok yakıştığı da söylenebilir. Zaten Max Weber de kent ifadesinin Batı’ya yakıştığını söylüyor, ben de buna katılıyorum. Sanayi Devrimi’nden sonra gelişen, sanayi ve fabrikalarla adeta işçi ve işverenlerin oluşturduğu yerleşkelere ve bunların devamında ticaretin de merkezi olan yerlere de kent demeyi yeğliyorum. Belki Türkiye’de buna en güzel örnek Karabük ve Kırıkkale olabilir ama tarihsel anlamda henüz iki yüz yılını doldurmuş Amerika kentlerine de şehir dersek kadim şehirlere haksızlık etmiş oluruz. İkisi arasındaki ayırım budur. Kentler daha sentetik, daha yapmacık ve birbirinin taklidi, türevi gibidir. Nevi şahsına münhasır yapı ve olaylar çok azdır. Dolayısıyla kentler birbirine çok benzer.

M.GÜDEN: Memuriyette bu kadar aktiviteyle yetinmeyip sivil toplum faaliyetlerinde de etkin görevler üstlendiniz. Bu çalışmalardan da bahseder misiniz?

KÖSEOĞLU: İnsan ata yurdu topraklara ve burada yaşayanlara ilgi ve desteğini kesmemelidir. Sıla-i rahim de bize Allah’ın bir emridir. Bendeniz Altınekin’in Mernek (Karakaya) köyünde dünyaya geldim ama orada büyümedim. Bölgemizin o dönemde en önemli sorunu da lise ve yüksek tahsillilerin çok az sayıda olması idi, yani formel eğitim bölgemizin sorunuydu. Ben de 1996 yılında beraberimde gönüllü arkadaşlarım, Altınekin eşrafından Konya’da bulunan, eğitimli, nitelikli ağabeylerim Erol Poçan, Atilla Kahvecioğlu, Sami Öztekin, Osman Çelik, Mehmet Kağnıcı, Ali Rıza Akköylü, Veli Tekelioğlu ve bazı arkadaşlarla Altınekin’in başta eğitim olmak üzere, sosyal dayanışmaya vesile olması amacıyla Konya’da Altınekinliler Eğitim ve Yardımlaşma Derneğini kurarak 2004’e kadar kurucu başkanlığını yaptım. Beni takiben Süleyman Doğan Ağabey dernek başkanı olarak çalışmaları sürdürdü. Şimdi ise dernek eğitime yönelmiş olup M. Veli Tekelioğlu’nun başkanlığında mütevazı faaliyetlerini sürdürüyor. Hamdolsun yılda 250 üniversiteli öğrenciye burs veren bir dernek durumuna geldi.

Eşzamanlı olarak 1999-2004 döneminde Meram Belediyespor Kulüp Başkanlığını üstlenerek spor camiasına hizmet ettim. Bireysel sporların yanı sıra takım sporu olan voleybol takımını kurduk ve mahalli ligden 1.Lige kadar çıkabilmiş bir takım oluşturduk. Voleybolu Konyalılara sevdirdik.

M.GÜDEN: Kulüp Başkanlığından öncede de sporla alakanız var mıydı?

A.KÖSEOĞLU: Öğrencilik dönemimizde lise futbol takımları çok önemliydi. Endüstri Meslek Lisesi Futbol takımı da 1984-1985 yılında Konya şampiyonu olmuştu.  Ben o şampiyon takımın 2 numara giyen sağ bek oyuncusuydum. Gruplara da Afyon’a gitmiştik. Trabzonspor’un Eskişehirli meşhur oyuncusu Orhan’da Çorlu EML’de rakibimizdi. (Gülerek) Yani şöhretli, yıldız futbolcularla birbirimize rakip olduk. Bizim hocalarımız Necdet Albay ve Mustafa Seyrek’ti. Ayrıca PTT Spor genç ve A takımında da oynadım. Mahalle takımlarının merkezi sayılan Aslım Turnuvalarında oynadık. Üniversite yıllarında fakülte takımında oynadım.

Son kulübüm Konya Büyükşehir Belediyespor’da iki sene oynadım. Hocamız Sadettin Temeller ve Mahir Benli idi.

M.GÜDEN: Türkiye Yazarlar Birliği’nin hayatınızda çok önemli bir yeri var. TYB çalışmalarınız nasıl başladı?

A.KÖSEOĞLU: 1994 yılında Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi kuruldu. Ben de kuruluşundan itibaren üye olarak içinde bulundum. İlk başkanımız Mustafa Çalışkan’dı. Sonra Tahir Erbil, Ahmet Efe ve Yusuf Türkalp Başkanlık yaptı. Ben 06.07.1997 tarihli kongrede Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi olmuştum. Yusuf Türkalp’ten sonra da 08.02.2002’den 22.01.2010 tarihine kadar TYB Konya Şubesi Başkanlığı bana nasip oldu. Dokuz yıl görevde bulunduktan sonra Niğde Belediyesindeki Başkan Yardımcısı olarak atanmamdan sonra başkanlığı bıraktım. Sonrasında Bekir Şahin bir dönem yürüttü. Ondan sonra Mehmet Ali Köseoğlu iki dönem başkanlık yaptı. Ardından Prof. Hayri Erten’in iki dönem başkanlığının akabinde, kaderin cilvesi; 2010 yılında ayrıldığım başkanlık görevine 11.01.2020’de arkadaşların istek ve teveccühleriyle yeniden geldik.

Bu arada 2004-2007 arasında TYB Genel Merkez Yönetim Kurulu Üyesi seçildim; Genel Sekreter Yardımcılığı görevini ifa ettim.

M.GÜDEN: Türk Dünyası Vakfı serüvenininiz nasıl başladı, neler yapıyorsunuz?

A.KÖSEOĞLU: Türk Dünyası Vakfı’nı son derece önemli buluyorum. 07.01.2015 tarihinde Türk Dünyası Vakfı Mütevelli Heyeti Üyeliğine seçildim. Üç dönemdir icra heyetindeyim. Milli Eğitim ve Kültür eski bakanlarından Prof. Dr. Nabi Avcı Bey başkanlığında merkezi Eskişehir olmak üzere Ankara’dan, İstanbul’dan ve Konya’dan çok değerli on bir kişi ile buranın yönetimindeyiz.

M.GÜDEN: Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi yıllık faaliyet takvimi ilan etme geleneğiyle şubeler arasında bir farklılık edindi. Bu çalışmalardan bahseder misiniz?

A.KÖSEOĞLU: TYB Konya Şubesi Konya’nın edebiyat, sanat ve kültürel faaliyetleri açısından son yirmi yılda önemli bir yer edindi. Bunu biz değil erbabı söylüyor. Biz de bundan mutluluk duyuyoruz. Çünkü her yıl asgari olarak elli program yapılmış olsa -ki yapılıyor- yirmi yılda bin program eder. Bu şehrin hafızasına bin programlık ne kadar güzel ve hikmetli şeyler yazıldı, şehrin ruhuna ne kadar kıymetli sözler üflendi. Buradan geriye baktığımızda manâ şehri, kadim şehir Konya’da TYB gibi kuruluşların ne kadar da önemli görevler yaparak şehre katkı sunduğunu söyleyebiliriz. Bugün iki yüzden fazla üyemiz var.

GÜDEN: Konya’da adeta bir kültür ağı oluşturan KOMEK’in Balkanlar’a da açılarak uluslararası bir vizyon kazanmasında sizin de önemli katkılarınız vardır. KOMEK’ler nasıl gelişti?

A.KÖSEOĞLU: KOMEK’ler 2004 yılında ihdas edildi. 2011 yılından 2019 yılının Nisan ayına kadar daire başkanlığı görevi yaptığım bir birimdir. 31 ilçemizde de yapılandı ve Konya’nın “ulusal bir markası” olmuştur. Hem sayısal -öğretici çalışan personel ve kurs merkezleri- açıdan hem de kalite ve branş sayısı açısından, görevi aldığımız tarihten itibaren 8 yılda 10 katının üzerine çıkardığımız başarılı bir Konya modelidir.  Balkanlarda da KOMEK ile ilgili beş  ülkede çalışma yaptık. Binlerce eğitim almış Konya ve Türkiye muhibbanı oluşmasına vesile olduk. Başta Bosna Hersek’in Saraybosna şehrinde olmak üzere Makedonya ve Kosova’nın çeşitli şehirlerinde birçok insanın el sanatı öğrenmesine aracı olundu.

M.GÜDEN: Hiç yorulduğunuz olmadı mı?

A.KÖSEOĞLU: (Tebessümle) 30 yıllık çalışma hayatım boyunca işyerlerime her gün yeni bir heyecanla ve hızlı adımlarla giderim. Bu heyecanımı hiçbir gün yitirmedim. Yorulmak bana göre değil.

M.GÜDEN: TYB Konya Şubesinde sizin ilk dönem başkanlığınızla başlayan ve kesintiye uğramayan programların tılsımı nedir?

A.KÖSEOĞLU: (Gülerek) Evet bu covid-19 tedbirleri gereği salon programlarının iptal edilmesine kadar kesintisiz gittiği doğrudur. Koronavirüs sebebiyle programlarımızı online platformlar üzerinden devam ettiriyoruz. Yani yine bir kesinti yok; sadece mekânsal bir değişiklik söz konusu. TYB Konya Şubesi bugüne kadar binin üzerinde faaliyet yaptı. Neredeyse bunun 900’e yakınında bulundum, dinledim, not aldım. Genç yaşımda TYB ile tanıştığım için benim hayatımın önemli bir yerini teşkil eder. TYB Konya ve genel merkez ile sürekli irtibatlı oldum. Tabii bunda da Kurucu ve Şeref Başkanımız D.Mehmet Doğan ağabeyin bana karşı yaklaşımı ve sürekli temas içinde olmamız etkiliydi.

M.GÜDEN: “Bu Şehir Oruç Tutar” adlı şiirinizden hareketle, şiir üzerine de birkaç kelam etmek gerekiyor. Bu şehrin oruç tuttuğunu anlatan şiirin ilginç bir öyküsü olsa gerek, anlatır mısınız?

A.KÖSEOĞLU: 2007 yılının bir Ramazan günü Konya gazetelerinden birinde bir köşe yazarı; kendi köşesinde ulusal bir turizm dergisinin kapak konusu olarak “Ramazan’da Konya’ya gitmeyin, oruç tutmazsanız aç kalırsınız, kızarlar, bağırırlar” gibi aslı astarı olmayan şeyler yazıldığını ele almış. Devamında konuyu kendi perspektifinden değerlendirip “Her inanca hoşgörümüz var, biz aslında öyle bir şehir değiliz. Konya’nın imajını olumsuzlaştırıyorlar” demiş ve şehrin siyasi büyüklerini duruma müdahale edip Konya’nın imajını düzeltmeye çağırmış.

Ben de Konya hakkında söylenen bu sözlerden rahatsız oldum ve içimde oluşan duyguları şiire dökmeye başladım. Aslında şiir yazmak özel şartlar gerektirirken oruç tutan şehrin hikâyesi adeta kalemden kâğıda aktı.

Bu şehrin sokakları oruç tutar, vicdan terk edip gitmesin diye;

Bu şehrin ağaçları oruç tutar, bengisu pınarları sulasın diye;

Bu şehrin çiçekleri oruç tutar, burcu burcu kokan pideler hanelere dağılsın diye;

Bu şehrin parkları oruç tutar, genci yaşlısı huşu ile tefekküre dalsın diye;

Bu şehrin güvercinleri oruç tutar, hu deyip Kubbe-i Hadra semâ etsin diye;

Bu şehrin dağları oruç tutar, batan günle, iftar doğan günle niyet olsun diye;

(…)

Bu şehrin insanı oruç tutar, oruç kendini tutsun diye;

BU ŞEHİR ORUÇ TUTAR, ŞEHRİ ORUÇ TUTSUN DİYE.

M.GÜDEN: Dünyayı etkisi altına alan Covid-19 salgınına yönelik sizin tespitleriniz nelerdir?

A.KÖSEOĞLU: Covid-19 salgınının farklı bir ilahi tezahür olduğunu düşünüyorum. Kimilerinin iddia ettiği gibi laboratuvarda üretilmiş ise bile, bunun laboratuvar ortamında üretilip çoğaltılmasının da takdir-i ilahinin dışında bir şey olduğunu düşünmüyorum. Benim bugünlerde asıl olarak şu husus zihnimi kurcalıyor; virüsün nasıl geldiğinden ziyade, virüsün ardından ulusal ve küresel düzenin nasıl şekilleneceğine bakmalıyız. Büyük salgınlar büyük savaşlara benzer! Her savaşın ve salgının dünya milletleri üzerinde bir kırılma ve değişim yaşattığı aşikârdır. Tarih bize bunu söyler. Dünyada da yüz elli yıla yakın zamandır küresel elitlerle ulus devletlerin ve dahi milletlerin sürekli olarak gizliden bir mücadelesi vardır. Covid-19 sonrasında da küresel elitlerin Tevrat’ta da geçen “nihai dünya krallığı”nı kurma hedefleri doğrultusunda ortaya koyacakları biyolojik, dijital, çevresel yaptırımlarında ne derece başarılı olacaklarını hep birlikte göreceğiz. Bunları dayattıklarına şahit olacağız. Buna karşın ulus devletlerin nasıl bir reaksiyon göstereceklerini göreceğiz. Bahsettiğimiz siyasi ve ekonomik elitler dünyada bazı dengeleri ve yönetimleri yeniden düzenleme ve ayarlama yoluna gidebilecekler. Ülke olarak olan bitene kayıtsız kalmamız bizim aleyhimize bir durum geliştirebilir.

M.GÜDEN: Ev sahipliğiniz, hoş sohbetiniz ve bilhassa Konya kültürüne olan değerli hizmetleriniz için teşekkür ederim.

Editör: TE Bilişim