“Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var” diyor şair Ataol Behramoğlu. 

Benim de yaşadığımız son kalkışmadan öğrendiklerim var. Bunu kısaca özetlemem gerekirse din-siyaset ilişkileriyle ilgili olarak daha önce ilmel yakin derecesindeki olan bilgilerim aynel yakin derecesine ulaştı diyebilirim.

Başka dinler konusunda söyleyeceklerim yanlış ya da eksik olabilir, ancak benim de mü'mini olduğum İslamiyet'in inananlarına hayatın bütününe dair bir bakış açısı sunduğu apaçık bir gerçek. Dolayısıyla İslam yönetime karışmaz, siyasetle alâkası olmaz, ekonomiye yön vermez gibi iddialar ham hayâlden öte gitmez. Bu tür iddialar başka dinlerin mensupları tarafından ileri sürülmüş, zaman zaman Müslüman kökenli bazı elitler tarafından da benimsenmiş ve benimsetilmek istenmiş ama geniş kitleler tarafından anında reddedilmiştir.  

***

Siyasetle alâkası olduğunu bilinen bir dinin siyasetle ilişkisinde bir sorun olduğunu söyleyen bir mü'mini olarak durumumun anlaşılmasında zorluk olabileceğinin farkındayım ve bu nedenle meramımı anlatmak için konuyu bir köşe yazısının sınırları elverdiğince açmak zorundayım.

Evet, İslamiyet hayatın başka alanları gibi siyasetle de alâkalıdır ancak yukarıda da vurguladığım gibi bu alâka bir bakış açısı sunmak seviyesindedir. Bu açı bazılarının sandığı ve propagandasını yaptığı gibi dar bir açı değil, aksine oldukça geniş bir açıdır ve insanoğlunun bilgi birikimi arttıkça giderek daha da genişlemektedir.

Tarihe baktığımızda Müslümanların bakış açılarını sınırlandırmaya kalkışanları tarihe gömdüklerini söyleyebiliriz. Bu bazen gecikmiş, bazen dolaylı yollarla olmuş olsa da böyledir, çünkü insanları insanlardan özgürleştirmek üzere gelen bir din hiçbir kişi ya da grubun insanları köleleştirmesine, mankurtlaştırmasına izin vermez.

Yüzlerce vatandaşımızın hayatını kaybetmesine yol açan son kalkışma önce dili ve hitabeti, sonra yazılı ve görsel medyayı, daha sonra da tehdit ve şantajı kullanarak insanımızın zihnini iğdiş etmeyi amaçlayan FETÖ/PDY güruhun en son aşamada başvurdukları silahlı eylemlerdir. Ne mutlu ki Müslüman kitleler bu kendini bilmezlere en şiddetli cevabı vermiş, iradesi üzerine ipotek konmasına fırsat vermemiştir.

Dikkat ettiyseniz önceki paragrafta beş tane aşamadan bahsettim. Bunlardan önce dil ve hitabeti, sonra da yazılı ve görsel medyayı kullanma aşamaları belki insan hakları çerçevesinde değerlendirilip hukuka aykırı bulunmayabilir. Ancak dinsel ya da din dışı bir yapılanma tehdit ve şantaj aşamasına gelmişse bunun hukukla bağdaşır bir yanı yoktur ve o yapılanma anında çökertilmelidir. Ne yazık ki son kalkışmayı planlayan ve uygulamaya çalışan örgütün tehdit ve şantajlarına ne toplum ne de hukuk zamanında ve etkili bir tepki gösterememiş, iş silahlı kalkışma aşamasına kadar gelebilmiştir.

**

Daha önceki yazılarımda da sık sık vurguladığım gibi devletimizin yönetim biçimi cumhuriyettir ve cumhuriyet devletin bir kişiye, aileye ta da gruba değil, cumhura yani tüm vatandaşlara ait olduğu yönetim biçimidir. Cumhuriyet aslında demokrasiyi içkindir. Bu gün dünyada adı cumhuriyet olup da yönetim biçimi demokrasiden fersah fersah uzakta devletler varsa bunların durumu birer sapma olarak değerlendirilmelidir. 

Bazı yayın organlarında yer alan yazılarda ve sosyal medyada yapılan paylaşımlarda 15 Temmuz'da yaşanan menfur kalkışma sırasında hayatını kaybeden vatandaşlarımız için kullanılan “demokrasi şehidi” sözüne itirazlar yapıldığına şahit oluyoruz. Şüphesiz ki şehit özünde dinsel bir kavramdır. Ancak bu kavramın dinsel içeriğinin dışında kullanımlarına yıllardır aşinayız. Görevini yaparken öldürülen bir gazeteci için “basın şehidi” denmesi bir yana, ülkemizde komünist bir rejim kurmayı amaçlayan, dinsiz olduklarını her fırsatta vurgulayan diyalektik materyalistlerin kurdukları çetelerin bile çatışmalarda kaybettikleri silahlı militanlarına “devrim şehidi” demeleri bunun açık bir kanıtıdır.

Dolayısıyla, ister dinsel, isterse din dışı bir saikle halkın seçtiği bir yönetimi devirmek isteyenlere karşı çıkarken hayatını kaybeden vatandaşlarımıza “demokrasi şehidi” denmesinde bir sakınca olmadığını sanıyorum. 

**

Ataol Behramoğlu ile başlamıştık, yine onunla sonlandıralım. Paylaşacağım şiir Ocak 1981 tarihini taşıyor. Muhtemelen az önce sözünü ettiğim bir “devrim şehidi” için yazılmış olması onun şiiri olarak değerini azaltmadığı gibi bu gün “demokrasi şehitleri” için hissettiklerimizi yansıtmasına da engel değil.

Bir Şehit Kızına

Güzelim, sevdiğim, çocuğum, gülüm
Bir şehit kızısın sen.
Acılı, buruk bir türkü gibisin
Bu acımasız günlerin içinden

Tuhaf bir sıkıntıyla daralır şimdi
Küçücük, kuş kanadı yüreğin:
`Babam nerede, niye gelmiyor
Babama küstüm ben anneciğim...`

Baban artık hiç olmayacak yavrum
Sana çocuğum diyemeyecek bir daha
Güçlü, baba kucağının sıcaklığını
Duyamayacaksın minik vücudunda

Baban yiğit bir oğluydu halkının
Onun için öldürdüler
Sana halkımızdan armağan olsun
Getirdiğim kırmızı güller

Yıllar geçecek, alışacaksın
Bir ince sızı kalacak ondan,
Senin gözlerin gibi ışıltılı
Çiçekler fışkıracak babanın mezarından

Ve tıpkı serpilen bir çiçek gibi
Gelişip ışırken bilincin gitgide
Babanı yeniden kavrayacaksın
Baban yeniden doğacak seninle

Güzelim, sevdiğim, çocuğum, gülüm
Bir şehit kızısın sen
Acılı, buruk bir türkü gibisin
Bu acımasız günlerin içinden

***

Bu dünya yapıp ettiklerimizin yankılanıp bize döneceği bir dağdır. (Mevlana)