Ben bir yorgun savaşçı… Ve her mücadele bana biraz daha güçlü olmayı öğretti. Savunmalarım suskunluk kalkanımda gizli… Bir yanardağ gibi içimde fokurdayan lavlara inat, hapsediyorum tüm acılarımı zemhere… Takvim yaprakları savruluyor gözlerimin önünde… Ne çok zaman geçmiş kaçma isteğimin üzerinden…

Yalnızlık en ihtişamlı hali ile yegâne dostum. Saç tellerimin ucuna kadar indi kırgınlıklarım… İçimde olanlara anlamaya tenezzül bile etmeyenlerin, çevremi kuşattığı bir yaşamın tam da ortasındayım.

Ruhum, duygularla dans ederken ay ışığında; kimseler bilmedi, görmedi, hissetmedi serhoşluğumu… Saçlarımı damla damla esir alan yağmura teslim ettim. 

Bir yaz gecesi balkonumun bir köşesinde, dumanında acılarımı tüttürdüğüm çayımın yoldaşlığının yanı sıra küçük bir ateş böceği de geldi misafir oldu yanardağ olan yüreğime… Harımı alevlendirmeye mi geldi, yoksa içimdeki ateşe “aynı dert bende de var” imajı çizmeye mi çalıştı?.. Bilemedim!.. Anlamak içinde uğraşmıyorum zaten. Gelişigüzel, akışına bıraktım hayatı…

Nazım Hikmet Ran’ın dediği gibi; “Ne âlemsin yaşama sevincim benim…” 

Gözlerim tualim oldu, kirpiklerim fırça… Gözyaşı boyasına batırarak hayatımın resmini gözler önüne serdi yüreğim. 

Söyleyin de hayatın sillesine, ikide bir bana vurmayı bıraksın. Hayallerimi yarım, umutlarımı öksüz bırakmasın. Yüreğimin perdeleri kapalı günlerdir. Gönlümdeki çocuk, mutluluğu hak etmiyor mu ki?..

En anlamlı cümlelerin bile anlamını yitirdiği zamanlar olur ya hani… Sözler kifayetsiz kalır, görüntünün karşısında… Sadece susmak istediğin…  Kendini susmaya zorladığın… Susarak ne de çok konuşuruz oysa… Her şey susuşların içine gizlenir. Ve anlamlı anlamsızlıklar içinde savrulur tüm cümleler.

Zaman eski bir hırka… Çocukluğumdan kalma yamalı düşlerim hırkamı tamamlamakta… Sandığımdan çıkardım dantelli umutlarımı… Naftalin kokulu, birazda sararmış hayallerimin yanı sıra, ilmek ilmek birbirine oyalanmış, sarmaş dolaş olan umutların, esir aldığı anılar hâlâ gözüme hoş görünmekte... 

Hayat, kader fırçası ile tualine minik bir siyah nokta koyar. O siyah nokta kişinin kendisini simgeler. O kocaman sayfanın diğer kalan yerlerini ise o minicik siyah nokta olan insanın doldurmasını bekler. 

O beyaz sayfalardan nice insanlar, nice fırça darbeleri, nice çetrefilli çizgiler gelip geçmiştir. Zamanla hayatın elinde tuttuğu fırça ise bizim elimize geçer!.. 

Adım attığımız her toprak birikintisi ne çok maziye ev sahipliği yapmıştır. Kumların üzerinde ne de çok hikâyeler insanların kanları ile geçmişe resmedilmiştir. 

Buna mütevellit, Türkiye Yazarlar Birliği Konya şubesi ile geçtiğimiz cumartesi günü Takkeli Dağın zirvesindeki Gevale Kalesine düzenlenen bir tura katıldık. O mirasa erişmemiz çok meşakkatli olsa da bütün emeğe değecek bir tarih ile karşılaştık. 

Konya’nın siluetini oluşturan tarihi Gavele Kalesi’ni gün yüzüne çıkartma çabaları yaklaşık, bin yedi yüz metre yükseklikte devam ediyor. Bu tarihi miras ilk çağdan itibaren; Roma, Bizans, Selçuklu, Karamanoğlu ve Osmanlı döneminde de kısmen kullanılmış. 

Eğer bu kale restore edilip, bizlerle buluşursa kültür ve tarih açısından son derece önemli bir alan Konya turizmine kazandırılmış olacak.

Yalnız ve dimdik ayakta duran o görkemli dağ ne çok anlama, ne de çok geçmişe ev sahipliği yapmış. Bizde onun geçmişini, bir nebze de olsa Gavele’de yaşananları anımsamak için orayı görmeye gittik. 

Gezip görülen yerler yazarlar ve şairlere her zaman ilham kaynağı olduğu gibi; İsmail Detseli’nin beraber gezip gördüğümüz bu güzel birikinti ile ilgili yazdığı şiirden bir dörtlüğü de sizlerle paylaşmak isterim;

“Senin geçmişini merak eden herkes gezmeye gelmiş.

Konya insanları geçmiş tarihine çok değer vermiş.

Asırlarca sende yapılan cenkler masal gibi söylenmiş.

Efsane gerçeğe dönüşüyor gayri Gevale Kalesi…”

Geçmişten geleceğe yatırım yapmak, yaşama odaklı ilerlemek dileğiyle… Selam ve dua ile yazı dostlarım.