Geçmişi olmayan ya da geçmişini unutan toplumlar ruhsuz, fütursuz; dahası köksüz, dayanaksız kalmaya mahkûmdur vesselam. 

Bu söz, gerçekliğini her geçen gün biraz daha ispat etmekte zannımca; zira yazmaya başlayınca konu güncel meseleler dahi olsa insanın zihninde kayıtlı Meydan Larousso yaprakları çevrilmeye başlıyor. Orada kayıtlı bilgilerle bağlantı kurmaksızın başı sonu belli bir yazı ortaya koymak olanaksız gibi; peki bu zihin ansiklopedisinin içindeki bilgiler nereden geliyor derseniz tabi ki geçmişten. Bir kısmı sizin tevellütle başlayan yakın geçmişten, bir kısmı ise insanlık kadar eski tecrübe ve yaşanmışlıkların mirasından damıtılan bilgilerden. O bakımdan tarih deyip geçmemeli ve çocuklara tarih derslerinin şekerleme yapılacak masal saatleri olmadığı öğretilmelidir.

Bu hafta bahsedeceğim konudan fazla uzaklaşmadan sadede gelecek olursak insan yaşamını zamana ve zamanın getirdiklerine göre şekillendirir. Eski inançlar alışkanlıklar yerini yenilerine bırakır amenna fakat bu değişim güzele ve faydalıya doğru olursa birikimler üzerine bir artı getirir. Ya bu değişim kültürel birikimleri aşındıran, eskiten ve zamanla yok eden bir oluşum halini alırsa insanlığın akıbeti ne olur hiç düşündünüz mü? Aslında öyle uzun uzun düşünmeye hiç gerek yok. Bundan bir nesil öncesinin saygı konusundaki olmazsa olmazları bugünkü neslin masal gibi dinlediği hatta artık kulak tıkadığı, elini sallayıp “adam sende” diyerek önemsemediği mefhumlar haline gelmiştir maalesef ve bu da çoğumuzun malumudur.

 Ne kadar da vahim! 

Ders çalışmayı hayatının merkezine yerleştirdiğimiz; dini ve ahlaki konuları nasıl olsa ileride öğrenir diyerek ötelediğimiz, her birini saate ayarlı bir makine haline getirdiğimiz gençlerimizden ne ummaktayız. Bizler bu vatanı, cumhuriyeti, dini, ahlaki temelleri büyüklerimizden miras olarak aldık ve zar zor bugünlere taşıdık. Peki, mirasçının mirasçısı konumundaki çocuklarımız bu denli maneviyattan yoksunken bu değerlere nasıl sahip çıkacaklar; ya da nereye kadar bunu hiç düşündük mü? Bu tabir bana Nasrettin Hoca'nın meşhur fıkrasında geçen suyunun suyunu anımsattı; güleriz ağlanacak halimize denir ya işte o hesap.

Toplumun her kesimine hastalık gibi yayılan ahlaki yozlaşma bir hayli üzücü boyutlara ulaşmış durumda. Örneğin kişileri arkalarından çekiştirme hastalığı artık ilkokul çocuklarını bile sarmış. Sokakta, toplu ulaşımda, alışveriş merkezlerinde rastladığınız herkes yanındakine ya da telefondakine birilerinden dert yanar olmuş. Buna bir de laf taşıma eklenirse siz o zaman seyreyleyin gümbürtüyü. 

Güvendiğiniz biri sizin hakkınızda hiç de hoşlanmayacağınız sözler söylese ve bunu duysanız ne yapardınız? O kişi ile aranızdaki tüm köprüleri derhal atar mıydınız? Yoksa bundan böyle daha mesafeli davranarak ona karşı temkinli hareket etmeye mi başlardınız?  Bizler birileri arkamızdan laf etti diye tüm gemileri yakarak karşıdakine neredeyse hayat hakkı tanımaz ve günahımızı bile vermekten imtina ederken; asırlar önce yaşamış değerli mutasavvıf Niyazi MısriLimni adasına sürgün edilip de geldiği yerde kalan tüm hazinesi olan kitap ve defterlerinin yağmalandığını ve yakıldığını öğrenince bakın ne demiş.    

Sevdim seni hep varım yağmadır alan alsın

Gördüm seni efkârım yağmadır alan alsın.

 

Aldın çü beni benden geçtim bu cân-u tenden,

Aklım dahi her vârım yağmadır alan alsın.

 

Ben varlığı attım dost varlığına yettim,

Her usluya bazârım yağmadır alan alsın.

 

Geçtim ben âd-u sandan çıktım ben o dükkândan,

Hep ırz ile vekârım yağmadır alan alsın.

 

Geldi dile dildârım buldum gül-ü gülzârım,

Şimdengerû hep vârım yağmadır alan alsın.

 

Sen gâib-ü hâzırsın her hâlime nâzırsın,

Ahvâl ile etvârım yağmadır alan alsın.

 

Çün buldu gönül yârim terk eyledim ağyârım,

Îmân ile zünnârım yağmadır alan alsın.

 

Mısrî'yevücûb imkân bir oldu kamûa'yan,

Tâat ile ezkârım yağmadır alan alsın.

 

Aradaki fark birkaç galaksi büyüklünde sanırım. Şimdi gelin de geçmişten kopun.  İyi hafta sonları!