Özellikle siyasi hayatta söz verip de yapmama ya da yapamama konusu çok yaşanan bir olgu. İnsanlar hayalini kurdukları mevkilere, makamlara ulaşabilmek için akla hayale gelmeyen vaatlerde bulunurlar. Hayalleri gerçekleştiğinde de genellikle verdikleri sözü unuturlar ya da unutmuş gibi yaparlar.

Zira geriye dönüp de halka hesap verecekleri bir kaygıları yoktur. Beş yıl zaten o makamları işgal edecekler ve yeni dönemde de liderleri tekrar aday gösterirse kazanma ihtimalleri zaten yüksek olacaktır. Bunun için yalan da söyleseler, yüksekten de atsalar, göreve geldikten sonra günlerini gün de etseler büyük ihtimalle koltukları garantidir. Öyle olmasa bile kendilerini seçecek olan artık o halk değil, her sözü iki dudağının arasında olan liderleridir.

Hâlbuki seçmen ile ilişkisi siyaseten değil de ahlaken, ya da inançları doğrultusunda bir doğrultuda olsaydı eğer, ya o sözleri vermekten imtina edecekti ya da verdiği sözleri yerine getirmek için gecesini gündüzünü hizmete harcayacaktı.

İnsanların bu gibi şahısları seçip seçmeme konusu, verdikleri sözlerin yerine getirilip getirilmemesi ile alakalı olacaktı. Ancak bizim insanımızın, o makamlara gelenleri, yaptıkları işe göre değil de taşıdıkları zihniyete ya da mensup oldukları partiye göre değerlendirmeye almaları, verilen sözlerin yerine savsaklanmasına yol açan en önemli etkendir. Yani “insanlar, layık oldukları şekilde yönetilirler” sözü çok isabetle söylenmiş bir sözdür.

Dürüst olarak görev yapan siyasetçileri tenzih ediyorum.

İş siyasette böyle de ticarette farklı mıdır? Kesinlikle ticari hayatta da, müşteri kaybetmeme uğruna, bir dakikada beş yalanı ardı ardına dizme hastalığı var maalesef. Bir esnafa bir işi teslim etseniz ve alacağınız gün konusunda sözleşseniz, “acaba o işi zamanında alma ihtimaliniz ne kadardır?” diye bir soru sorup bu faslı da hızla geçmek istiyorum.

Dürüst iş yapan esnafımızı tenzih ediyorum.

Kendi çocuklarımıza bile istedikleri bir oyuncağı “aybaşına alırız” deyip de “aybaşı” diye ötelediğimiz zamanı, “çıkmaz ayın başı”  manasında kullandığımız bir vakıadır. Gel de o çocuğun güven duygularını sapasağlam olarak koru ve onu bir doğruluk abidesi olarak yetiştir.

Bu duruma dikkat eden ve verdiği sözü harfiyen yerine getiren anne babaları tenzih ediyorum.

Ezelden beri, ödevlerini yapmadan okula gelen öğrencilerin; “evde elektrikler kesikti öğretmenim” bahanelerini bir espri malzemesi yapageldiğimizde bir gerçekliktir.

Ödevlerini bihakkın yapan öğrencilerimizi tenzih ediyorum.

Karının kocaya, kocanın karıya eve geç gelmelerde, ya da alışveriş konularında söyledikleri yalanların haddi hesabı yok. Bu konuda neredeyse yalancılığın kitabını yazmakta bizden mahir bir topluluk yoktur sanırım. “Toplantıdan toplantıya(!)” koşan kocalar, “mahalle bakkalından başka alışveriş adresi bilmeyen(!)” hanımlar, filmlere, dizilere, haberlere konu olmaktan kurtaramıyorlar kendilerini. Özet olarak yalan, yaşamımızın en önemli faktörü oldu ve sanırım son zamanlardaki boşanma oranlarının en önemli sebepleri arasına girdi.

Aile saadetinin korunması uğruna birbirlerine asla yalan konuşmayan eşleri tenzih ediyorum.  

Güven duyulmayan siyasetçiler, adım başı yalan söyleyen tüccar, dürüst olmayan ve aile saadetinin son bulmasını sağlayan ebeveynler, diğer bütün yaşam alanlarının temel taşı olması gerekirken, iki de bir değiştirilen müfredatla, nesilleri ortadan kaldırmaya sebep olan eğitim sistemimiz hep bahsettiğimiz yalan ve hataların toplum üzerindeki etkilerinin korkunç boyutlara taşımışlardır.  

Algı dolu reklamlar, televizyon dizileri, tanıtım filmleri, çizgi filmler, sabah programları, evlendirme, yemek ve yarışma programlarının hepsi gerçek olmayan konuları gerçekmiş gibi yansıtarak, cilalı boyalı objeler, toplumumuzun kültür yapısına uygun olmayan giyim ve yaşam tarzları ile çocuklar ve gençlerimiz üzerinde özenti yaratan algı projeleridir. Bunlar da bir nevi yalancılığın ambalajlı bir şekilde toplum üzerine boca edilmesidir ki, bunlardan korunma yöntemi sadece ve sadece akıl ile yapılabilir.

Hülasa, yalanın panzehri; akıldır, ilimdir, araştırmadır, sorgulamadır ve her şeyden önemlisi sorumluluk alanlarımızla yakından ilgilenmek iyi bir insan olarak yetişmesinden sorumlu olduğumuz çocuklarımızı, gençlerimizi rüzgârın önünde savrulan gazeller gibi başıboş bırakmamamız gerekir. 

Vatanın da bayrağın da milletin de devletinde kültürümüzün de korunması; ilelebet yaşaması temiz bir toplumu oluşturmak ve bunun için çaba harcamakla sağlanır. 

“Yalan söyleme ki, hatırlamak mecburiyetinde kalmayasın” 

“Yalancının mumu yatsıya kadar yanar” şeklinde nesilden nesle süregelmiş ve hayat düsturu olması gereken sözlerin gerçek manasına göre hareket etmemiz gerekir.

Devlet tarafından da; yalan, hile, iftira, cinsellik, misyonerlik gibi konularla algı çalışması içeren ve sağlam toplum yapısını bozmaya yönelik programlara kesinlikle müsaade edilmemelidir. 

Asıl sorumluluk alanı da burasıdır.