Görece ehil; bilgece cahil insanların arasında benliğinizi bulmaya çalışmak zordur. Kolayı seçip ayak uydurmaksa niyetiniz, asimile olmayı göze almışsınız demektir. Peki ya zoru seçerseniz? Sizi nelerin beklediğini az çok biliyorum. Belirsizlik ürkütür ama kuralları kendinizin belirlediği bir hayattan bahsediyorum. Evet, böyle bir yolu var yaşamanın. Hayal değil, basit hiç değil… Başlangıçta ne kolay ki zaten?

Etiketlerin üzerimize yapıştığı, kalıpların peşimizi bırakmadığı, değer yargılarının kişiden kişiye değiştiği, çağdaş olması gerekirken ‘çağdışı’ bir dünyada yaşıyoruz. Çağdışı diyorum çünkü hiçbir dönem bu kadar anlam karmaşası yaşayan bir toplum görmedim. Her kafadan bir ses çıkıyor farkında mısınız? Bu keşmekeşin içinde kendinizi dinleyebiliyor musunuz merak ediyorum. Son zamanlarda düşünmeye bile vaktimizin kalmadığı duygu durum yoğunluğu yaşıyoruz. Ben özellikle bunun için kendime zaman ayırmasam duygusal bunalım çoktan yoklamıştı ruhumu. Yaptığım en doğru şeydir belki de kendimi saatlerce dinlemek. Dikkatimi çeken bir şeyi veya duyduğumda üzerine saatlerce düşündüğüm bir bilgiyi özümsemek benim maharetim. Ya da cezamdır bu huyum kim bilir? Hep iyi şeyleri düşünmüyor ki kalp, bir haksızlığa günlerimi veriyorum mesela. İşte o zamanlar hafızam ıstırabı oluyor kalbimin. Detaylarda debelenmek bazen işe yarasa da bazen işi oluyor insanın.

Peki, sizde benim gibi temel ihtiyaçlarını karşılamaktan ve tekrara düşen yaşam biçimine harfiyen uymaktan başka hiçbir varoluşsal ihtiyacı gidermeye fırsatı olmayan kitleler haline getirildiğimizin farkında mısınız? Varoluşsal ihtiyaç diyorum çünkü varoluşsal yaşamın içinde dünyevi hayat yoktur. Dünyevi hayatın içinde beklentiler, arzular, istekler yer alırken varoluşsal hayatın içinde mutlak özgürlük, bireysellik, birlik ve bütünleşme vardır. Bizler ne yazık ki; bireyselleşmekten alabildiğine uzaklaştırılan, sürü psikolojisi olmadan yaşayamayacakmışız dürtüsüyle geliştirilen bir sistemin parçalarıyız. Sürekli kendimizi yinelememiz, olduğumuz yerde saymamız, bir adım öteye gidemeyişimiz bundandır belki de. Özgürleşemiyoruz. Kişisel alan imkânımız yok denecek kadar az. Bağıl düşüncenin etkili olduğu toplumlarda çıkar çatışmasından öteye gidemeyen kazanımların yetersizliğinde çırpınıyoruz.

Hayat yönetimi, belli bir kılavuza göre değil; geçmişten gelen öğretilerle, yeni öngörüler arasında şekil almaya devam eden ve tamamlanamayan bir süreçtir. Yaşamsal faaliyetlerin arttığı, insanların sosyalleştiği, aktif hayat döngüsünün geliştiği bir dönemde bazı sınırlılıklarımızın olduğunu düşünüyoruz. Gelişmişlik düzeyi arttıkça bununla orantılı olarak ihtiyaç düzeysizliği baş gösteriyor. İhtiyacı karşılanmayan her bireyin, gösterdiği tepkisel davranışlar da dönemden dönem değişiklik gösteriyor. Bu dönemde ise nefret söylemleri aldı başını gidiyor. İnsanlar ulaşamadığı hayatları tarumar etmekle uğraşıyor.

Bana göre “her insanın içinde kalmış bir hayat var.” Arzuladığı hayatı yaşayamayan her insan, beklentilerini karşılayabildiği ölçüde asıl benliğine ulaşacağını zannediyor. Hayatın getirilerinden biri de bu değil mi zaten? Yaşamsal faaliyetleri yerine getirmeye çalışmak. İşte tam bu noktada insanlığımızdan vazgeçtiğimizi düşünüyorum. Bugün hanginiz koşullara ayak uydurmak için değerlerinden en az birini yok saymadı? Hanginiz hayır demeyi, kaybetmeden önce öğrendi? Şimdiye kadar hayatın dayattığı kimliği kabul edip, hayallerinizi öteleyerek ruhunuzu sığ sularda yüzdürmeyi mi tercih ettiniz? Vazgeçin! İçinizdeki insanı ortaya çıkarın. İdeallerinizi gerçekleştirmek için insanlığınızı feda edeceğinize, insanlığınızı değiştiren ideallerinizi feda edin.

İnsanları okumak, onları anlamak, verimli bir iletişim halinde olmak hepimizin ihtiyaç duyduğu önemli bir ayrıntıyken; toplum arasında süregelen tahammülsüzlük seviyesi günden güne artıyor. Tanımadığımız insanlara karşı önyargılarımızdan bir türlü sıyrılamıyoruz. Tabularımızın çevrelediği bir ahlak anlayışımız var. Kendi doğrularımıza paralel olmayan düşüncelerden uzak durmayı tercih ediyoruz. Oysaki iki karşıt düşünceden yeni bir düşünce doğar; bunu değerlendiremiyoruz.

Hepimizin bir anlam arayışı var. Bizler; hüviyetimizde yer alan bilgilerle sınırlı değiliz. Yetilerimizin sınırlılıklarını görebilme imkânımız varken, emsal yaşantılarla kısıtlandırılıyoruz. İnsanın bir kimliği benimseyip tamamlama aşaması, hayatının son evresini bile bulabilir. “Ben oldum diyen insan, ben durdum dediğinin farkında değil!” İçimizdeki açmazlara çözüm buldukça, kendimizi ölçümlüyoruz. İyiliğin neresinde duruyoruz, kötülüğe ne kadar yakınız? Herhangi bir olayla karşılaşmadan bunun cevabını bile veremiyoruz. Abaküsümüzün bir tarafındaki boncuklar, diğer tarafa geçmeye çok müsait. Sadece kültürlerin yozlaşmadığının farkına varmamız lazım artık. Benliğinizi gerçekleştirmek için geç kalmayın, kendinizin farkına varın...