Halkalı kulaklar kadar gülünç, çatlamış dudaklar kadar dramatik, insanlık için çizilmiş dairenin tek girişindeki dehliz, bütün renklerin ve desenlerin anlaştığı nokta etrafındaki cümbüşümsü dönüşü, maddelerin eritilip damıtıldığı surlar içindeki koğuşma...

Cazibeli görüntüsüyle mil çekilmiş gözlerin yırtılırcasına odaklanışı, insanlık uğruna, barış uğruna, duyurulmayan kulak, doyurulmayan mide uğruna; surları yıkmayı vaat etti derebeyler, rütbelerini sökmeye kirpik salladı krallar. Bir kıpırtı görünür milli gözlere artık sürgülü dudaklar arasında kalanlar serinletir oyulmuş gözleriyle içini! Yaklaşır üç beş kişi her tip ve yaşta insanlık karması renk...

Mevziden izliyorlar yırtıldı bütün evraklar, hafızalar geriye çekildi; boşaldı sıkılan damarların enerjisi, deşarj olması gerek. Fazla karamsar değiller, bakarsınız bir ana gelir akıtır ağızlarına birkaç damla süt, başlarına gövdelerinin üzerinde tutacak kadar. Eyvah! Koptu küçük fırtına dolaşıyor elden ele bir üleşmelik açılıp kapanıyor toprak geriye almak için neyse fırlattığı insanlığa. Durur bu kabarmış sular, vazgeçilir bu hokkabazlıktan zaten yaraşmıyordu ormanımsı hava ademiyetlerine... Oturdular, anlaştılar bükülen bilekler; bükülmeyenler davet edilmedi bu sözleşmeye, geç kalanlar maruz kaldılar oyuna girmeye, zira kurulanın haşmeti ve gözlerindeki ışık kırıyordu şehvetlerine... İyi ki razı oldu istedikleri üç beş maruzata. Anlaşıldı getirilen sükûnet çizelgesiydi, isimsiz olmazdı tabii “Ana” dediler ana hayat verdiği için. Seferberlik fırtınası durduran bu nesne kutsallığa değerdi doğrusu sıkıldı dinlenen pazılar yeniden zaman geçmeden. Kayboldu “ana”’yı getiren. Belki çekildi yeniden sinesine! Belki de fırlatıldı mancınıkla uzaklara, bir daha ayaklarının üzerine kalkamazcasına kırıldı ümitleri. Yeniden yükseldi naralar...

Gür sesler sahte gök temsilcilerinden. Mideleri çalar saatlere ayarlayan şöhretli şövalyelerden, her şeyin olup bitenlerden ibaret olduğunu vurgulayan ustalardan. Bununla da kalınmadı eklendi bu kimsesizleri yurdunun simsiz kahramanlarına; ensesi ve önü karışmış kısık nefesliler anlattılar sihirli değneğin kendilerinde olduğunu, sözsüz cümlelerle vurguladılar kurallara asi gelmenin fayda vermeyeceğini. Keşke!

Cahiliye döneminin mumyalı ruhları kadar sese ses, sekteleyen nefese nefes verebilselerdi. Bilinir “ana” lar aslanları dünya getirir. Oysa bu sefer aslanlar Anaları dünya’ya getirme şansıyla kıvranıyorlardı. Bilinmez parçalanan Âdem midir ki tekrar Havva için yeniden birleşti. Görmeye değer ve çözülmeye yeter bir görüntü ve kördüğüm demek için düğümü bilmemek lazım. Heyecan bir dursa, sağır taşlara kaydedilmiş ekolu naralar... Bir temizlense cayırtısı seslerin, oksijeni alınmış sular kavuşsa benliğine. Anlaştı bekleyenler çözüm zorunluydu bu kargaşaya. Değildi Mısır Firavunlarının yeryüzündeki varlık. Sokrat’ın kutsal şehri başkaldırmadı bu başsızlığa, çalmadı İskender borusunu şatafatlı askerine... Yürüsün bu azın ezdiği çoğu kurt7arsın ıstıraptan.

Yıktılar! Yıkılan boyunlarını dirilterek fiyakasını Kral Can’ın (İngiliz kralı M.1215) eğdiler boynunu Louis’in misilleme olarak (XIV. Louis-Fransa Kralı M.1789) durmadı akın, çarptı Çar’a (I.Çar M. 1649) ta ki galyum’la nefeslenene kadar. (II. Galyum Alman) Kubbesiz göğün onayladığı tapu fazla durmadı elinde, buldu sahibini. Bu izlenen, göz önündeki ışık değişmesiydi. Zararı yok, rahatlar biraz yorgun damarlar, ta ki ikinci ışınlara alışıncaya kadar. Unutturdu evdekini kulaklardaki uğultu. Ne de yan yana oturanlar hatırlattılar birbirine. Bu bir yangına bakarken yanmak olmasın! Uyar mı dersiniz başkalarının kalpakları tanımadığı başlara? Arıtır mı başkalarını arıtıp gelen su? EEG... Onlar arıtıcılıkta patent oldular. Verilsin eğitmek için, kim bilir fidelere nasıl faydalı olacağını? Madem mumyalı gözler bunca yıl bekledi.

Unutulsun artık kıraç iklimlerde evcilleştirilenler, unutulsun damızlıklar... Gelen yenilerin yerine. Sevinmek için bulmak lazım, bulmak içinde kaybetmek. Korkusuzlar bulup bulmamakta, çünkü ümitleri başkasında. Getirirler bir gün olur da; yeter ki yapılan görevler eksik olmasın. Dövmez hoca, hem sever de, aşını koyar, döşeğini iyi yazarlarsa. Açılsın kapalı kutular artık. Biz bizeler, duvarlardan, dıştakiler kalsın da. Her şeyin cambazı oldular. Bu el değmemiş hayatı pazarlıyorlardı tuz gölünde. Dondukça donmuş yerlerini buzlarla ovalar, Sıcak yataklarını sıcak günlere...

Varsın gelsin yıkılan evlerin bacaları kapalı kutularda. Gök devletinin surlarının sızıntılarını toplasın yanmış yürekler serinlemek için. Açtılar kuvvetlinin zayıfa bağışladığı gezinme sahasını genişlettiler. Yeter ki bekçiler itaatle kusursuz, ıstırapta duygusuz olsunlar. Korkusuzlar artık, cepleri astarsız, bileklerindeki asi kan temizlendi. Yükselen insanlık kubbesindeki emeği feda ettiler bonkörlük olsun diye. Görsünler fedakârlığı.

Ortaçağdan gelen fikirlerin silinmesi gerektiğini söylemek aydınlıktır bir dumanlı havada. Hele! Söylenen söz korkulu evlere parmaklıklar, saman rengi yüzlere hayat ışınları sunmuşsa. Kararan ocaklara ak perdeler çekilmişse ne ala... Ekmek parası bile günü gününe uymazken nasıl olur da hala kambur babalar yeni döşenmiş asfaltlarımızı eskitir.Aydınlık ocaklarında aydın yüzlü münevverler anladılar artık dört kitabın manasını yenisini bulmak için geç kalınır mı!?..

Attılar derebeyler, krallar kraliçeler bütün takılarını insanlık vakfına Yeter artık! Çaresiz kalanlar ellerini kaldırsınlar hiç olmazsa Olmaz ki hareket etmeyen iplik boyun olmadan Kâinatı yaratan Mevla muhtaç old8uğundan değildi yaratsın Âdemi değildi gökleri yedi katmana ayırsın! Evlatsız babanın sevinci neyse oydu sevinci eğilmeyen başsız şatafatın. Dikenleri olmayan çiçekler sevdiremezdi kendilerini gül pembe eller.

Korkusuzlar artık ne yapıp yapmamakta saç ağartmayacaklar. Harcadı “ana” lar saçlarını mideleri uğruna, hesabı görülmüş açlar, daha ne kadar yanmış sinelerde ısıtır. Verilmiş ahitleri anıtlarında kayıtlı. Ana rahminde alınan kanların faturasıyla körpe beyinler elbet bir gün “Ana”larını geri alırlar. İrin bağlamış gözlerin yaraları sarılır elbet. Tanışır siper ve siperci, bir tan yerinden, gece, koynunda yılanlara şarkı söylerken. İlmek sarka dursun bir doğu bir batı... Söker dişçi çürümüş dişini hastanın uzatmaz sancısını. Bilir yaprakları kurumuş hayatta beraberlikleri köktedir.