Çalılıkların arasından gelen sese doğru yöneldi. Ömründe, o ana kadar böyle bir sesi hiç duymamıştı. Bir yandan sesi dinliyor, diğer yandan da sesin sahibini tanımlamaya çalışıyordu.

Günlerdir, yüksek rakımlı bu tepelerde, kurşun sesinden ve ara sıra geçen helikopter gürültüsünden başka bir ses duymuyordu. Tek başına, karanlık ve ıssız dağlarda ne yaptığının dahi bilincinde değildi henüz. Kendisine arkadaş olacak bir tek canlının bile varlığı onu mutlu etmeye yeterdi hâlbuki…

Bulunduğu yer konum itibariyle ormanlık bir araziydi. Meşe fundalıkları rahat yürüyebilmesini engelliyor, rüzgârın hafif hafif esmesi ise sallanmalarına ve hışırtılı sesler çıkarmalarına neden oluyordu. Bu manzara aslında ona hiç yabancı değildi. Askere gelmeden önce köyünün dağlarında hemen hemen her gece tekrarlanan şeylerdi bunlar.  Meşe yapraklarından çıkan bu sese hiç yabancı değildi ama şimdi çok daha farklı bir ses duyuluyordu. Sanki birkaç metre ötesinden geliyor gibiydi o ses. Oraya doğru yöneldi ve yavaş adımlarla yürümeye başladı. Elindeki G-3 Piyade Tüfeği, ateşe hazır bir şekilde, eli tetikte namlusu ise ileriye doğru çevrilmiş bir vaziyetteydi.

Yürüdükçe ses uzaklaşıyor, şiddeti de azalıp çoğalıyordu. Duyduğu şeyi daha iyi tanımlayabilmesi için dizlerinin üzerine çöktü ve nefes dahi alıp vermeden dinlemeye koyuldu. 

O da ne? Şimdi de biraz önce duyduğu sesten eser yoktu. Sesin sahibi tamamen susmuştu ve yine bu ıssız dağlarda tek başına kalakalmıştı. Hâlbuki ne kadar da sevinmişti duyduğunda... Kendisi gibi birilerinin de bu sarp dağlarda bulunuyor olma ihtimali onu büyük bir heyecana sevk etmişti. Düşüncelerinden sıyrılıp biraz önce duyduğu sesi tekrar dinlemeye koyuldu. Çıt çıkarmıyordu. Nefesini bile tasarruflu kullanıyordu. Rüzgâr dahi esmesini durdurmuş, ona yardımcı olmaya çalışıyordu adeta.

Sesin yeniden ortaya çıktığını hissetti bir anda. Ama bu defa biraz önce geldiği istikametten gelmiyordu o ses. Yavaşça doğruldu ve o tarafa doğru birkaç adım daha attı. Tekrar çöktü dizlerinin üstüne. Yeniden tuttu nefesini, etrafı dinlemeye koyuldu ürkek bir tavırla. Duyduğu ses şiddetini azaltınca bu defa da yürek sesi yükselmeye başlıyordu. Korkuyordu bir taraftan da. 

Çocukluğunda uzun kış gecelerinde anlatılan masallarda; “geceleri bir başına dağlarda kalan insanların menşei bilinmeyen sesler tarafında uçurumlara doğru çağrıldığı” ve “Adam Uçuran Dağları” diye bilinen dağlardan aşağıya düşüp öldüklerini anlatırlardı hep. 

İşte bu duygularla, hem sesin geldiği yana doğru yürüyor hem de çocukluğunda anlatılan o masallardaki olayları düşünüyordu bir yandan da… Şimdi kendisi de “Adam Uçuran Dağları”nın bir kurbanı mı olmak üzereydi acaba?

Bulunduğu mevkiin çok sarp kayalıklarla dolu olması ve sesin de gündüz gördüğü kayalıklar istikametinden gelmesi, sanki masaldaki kahramanlardan bir tanesi olabileceği korkusunu hissettiriyordu.

"Ey Büyük Allah’ım! Üç gün önce beni buraya getirip bırakan helikopter, görev bitiminde beni almadan neden uçup gitti? Ne kusur ettim de bana bu ıstırabı yaşatıyorsun?” diye de kendi kendine söylenmekten geri durmuyordu. 

Bu düşünceler içinde gecenin bu saatinde duyduğu ses çok daha şiddetli bir şekilde yeniden duyulmaya başladı. “Artık kaybedecek bir şeyim yok” diyerek o yana doğru hızlı adımlarla yürümeye devam ediyor, bir yandan da aniden önüne çıkabilecek uçurumu hesaba katıyor, bir kazaya kurban gidip pisipisine ölmek istemiyordu. Gerçi şu yaşadıkları da ölmekten öte bir durum değildi ama yine de yarınki doğacak güneşi düşünerek umudunu kaybetmek de istemiyordu.

Güneşin doğuşunu bir kez bile yeniden görecek olma ihtimali onun umutlanmasının asıl nedeniydi. Umutsuzluğun, “ölümü peşinen kabul etmek” olduğunu en iyi bilenlerdendi. 

“Allah’ım! Ben ölmeden umudumu kaybettirme” diye de biraz önce sitemkâr davranışlarının bedelini ödüyor ve şu an yanında Allah'tan başka kimsenin bulunmadığı bilinciyle O'na dua ediyordu.

Tanımlamaya çalıştığı sesin, yerin çok derinliklerinden geliyor olabileceği vehmine kapılıyor ama sesin geldiği yöne doğru da yürümeye devam ediyordu. Aklına birden kulağını toprağa yaslayıp dinleme fikri geldi. Elindeki silahı sıkı sıkıya tuttuğu halde tam yere eğilecekti ki ayağının kayması ile birlikte uçuruma doğru yuvarlanmaya başladı.

Birliğine katılalı henüz sekiz saati bile doldurmamış olan Salih, “koğuş kalk!” nidasıyla yataktan doğrulduğu gibi ranzanın üst katından koğuşun beton zeminine çakılması bir olmuştu…