Son günlerde Türkiye ve Amerika arasında yeni bir gerginlik sebebi olarak gündemde bulunan ‘’S-400’’ler olayı çerçevesinde, Türkiye’nin NATO serüvenine bakarak bu olayın geri planına değineceğiz. Türkiye’nin dış politika yönetiminde iki önemli denge olarak görülen ABD ve Rusya arasında gelip giden yaklaşımları aslında S-400 olayında da görülmektedir. 

1946’da Moskova’nın boğazlar ile ilgili olarak Türkiye’yi sıkıştırması ve Türkiye’nin ikinci dünya savaşı sonrasında bir Sovyet tehdidi ile karşı karşıya kaldığı düşüncesi ile yeni dış politika denklemi kurma ihtiyacı gündeme gelmişti. Bu denklem ise ABD ve NATO ile yakınlaşma çerçevesinde inşa ediliyor ve olası bir Sovyet tehdidine karşı Türkiye kendisini garantiye almayı hedefliyordu. Üstelik İkinci Dünya Savaşı boyunca Türkiye’nin aşırı realist bir politika izlemiş olması, savaş sonrası dönemde yalnız kalma korkusunu da beraberinde getirmişti. 1945 yılında Sovyetlerin istekleri Türkiye’nin yalnızlık korkusunu daha da artırmış ve yeniden şekillenen uluslararası sistemi anlamaya yönelik, yeni ittifak arayışlarına girmesine sebep olmuştur. Bunun yanında Türkiye, Cumhuriyetin ilk yıllarından beri genel hatlarıyla bakıldığında Batı’ya dönük izlediği politikaları ile NATO üyeliğini kendisine verilmesi gereken bir hak olarak görüyordu. 

Böyle bir tabloda Türkiye CHP döneminde 11 Mayıs 1950’de NATO’ya üyelik başvurusu yapmıştır. Fakat bu başvuru bir sonuca bağlanmayınca bu süreç Demokrat Parti döneminde devam etmiştir. Bu yıllarda Kore’de devam eden savaşı yakından takip eden Türkiye, bu savaş vesilesi ile NATO’ya girmeyi hedefliyordu. Bu hedefine yaklaşması adına BM’nin kararı bir fırsat olarak görüldü ve BM’nin Kore’ye asker gönderme kararı hemen değerlendirildi. Hatta öyle ki; Menderes, Celal Bayar, Refik Koraltan ve Genel Kurmay Başkanı Nuri Yamut’un görüşmesiyle Türkiye’nin Kore’ye asker gönderilmesi kararlaştırılmıştır. Üstelik bu karar TBMM’ye ve muhalefete danışılmadan Bakanlar Kurulunca alınmış ve bu NATO’ya girme fırsatının kaçırılması istenmemiştir. Bu kararı alan Türkiye fırsatı değerlendirip tekrar NATO üyeliği için başvuru yapsa da bu başvuru reddedilmiştir. Ancak Türk Askerinin Kore’de gösterdiği üstün başarılar sonrasında Amerika müttefiklerine Türkiye ile birlikte Yunanistan’ın NATO’ya üye olması önerisini sunmuştur. Netice itibariyle de Türkiye’nin üstün çabaları ve isteği ile 1952’de Yunanistan ile birlikte NATO üyesi olabilmiştir. Yani yukarıda da anlatıldığı üzere özellikle 1945 sonrasında Türkiye CHP döneminden başlayarak Demokrat Parti döneminde neticelenecek şekilde büyük bir özveri ile NATO’ya girmek için mücadele etmiştir. Ne yazık ki Türkiye’nin NATO üyeliği kendi ısrarımız ve özellikle Kore’ye gönderdiğimiz askerler sayesinde gerçekleşmiştir. 

Bu dönemden sonra Türkiye, ABD’den umduğu desteği bulamadığında ya da kimi hayal kırıklıkları yaşadığında Sovyetler ve sonrasında Rusya ile yakınlaşma eğilimi göstermiştir. ABD’ye karşı bir denge olarak gördüğü Sovyetler/Rusya ile yakın politikalara girişmesi genellikle bu minvalde gerçekleşmiştir. Bu durumun ilk örneği Adnan Menderes’in son döneminde, ABD’nin yardımları kesme ya da azaltma kararı vermesiyle Sovyetlerle ilişkileri geliştirme girişimi olarak görülebilir. Bu dönemde hatta Adnan Menderes bir Sovyet gezisi planlamış ancak bu tarihten önce darbe gerçekleştirilmiştir. Bu tarihten sonra ise İnönü’ye yazılan Johnson Mektubu önemlidir. 1964’te yazılan mektup Türkiye’nin ABD ve NATO merkezli dış politikasının, güvenlik bağlamında irdelenmesine sebep olmuştur. Daha sonra Kıbrıs Harekatında da ABD’nin ve Batı’nın tavrı Türkiye için aynı sorunları gündeme getirmiştir. Tabi bir de meşhur Afyon üretimi noktasında Türkiye üzerine kurulan ABD baskısı da önemlidir. 1980’de darbe sonrası Evren’in yaklaşımı ve daha sonra Özal’ın iktidarı döneminde ise yoğun bir şekilde ABD ve NATO merkezli bir dış politika izlendiği görülmektedir.

2001 sonrasında ise genel hatlarıyla NATO müttefikliği üzerinden yürüyen dış politikanın revizyonu sürecinde Ak Parti iktidarı yeni denklemler üzerinden Türkiye’nin daha etkin bir aktör olması girişimleri söz konusudur. Bu aktif ve görünür aktör olma girişimleri ilk etapta ABD tarafından desteklense de özellikle Gezi Parkı süreciyle başlayan dönemde Türkiye, olayların arkasında ABD parmağı üzerine yoğunlaşmıştır. Özellikle Orta Doğu’da Arap Baharı sürecinin beklendiği gibi gelişmemesi ve çıkar çatışmalarının olması ilişkileri çetrefilli bir hale getirmiştir. Arap Baharının başlarında beklenen tablodan çok uzak bir sonuçla karşı karşıya kalan Türkiye, ABD müttefikliğini sorgulama gereği hissetmiştir. 15 Temmuz hain darbe girişimi de iktidar bağlamında ve Türkiye kamuoyu açısından bu olayda ABD’nin desteği tartışılmıştır. Bu günden sonra Türkiye yeni bir müttefik olarak Rusya ile yakınlaşmış ve Putin- Erdoğan üzerinden yeni bir dış politika girişimi gündeme gelmiş gibi gözüküyor.

Bu noktada ABD ve Rusya arasında üstü kapalı bir bilek güreşi haline gelen Füze Savunma sistemleri Türkiye’yi ilgilendirmektedir. Çünkü Patriot teknoloji transferi kabul edilmeyen Türkiye ‘’S-400’’ alma kararı vermiş ve teslim tarihi yaklaştıkça Amerika tarafından uyarılar ve baskılar artmaktadır. 2007 de ortaya çıkan S-400’lerin teknoloji anlamında açık ara önde olması da önemli bir ayrıntıdır. Ancak Amerika S 400’leri kendisine karşı bir tehdit olarak algılamakta ve Putin’in 2020 Rus Güvenlik Strateji çerçevesinde bu endişesini somutlaştırmaktadır. 

Üstelik, bu Füze Sistemlerinin alınmasının yalnızca S-400’ler üzerinden okunamayacağı açıktır. Türkiye, Uluslararası Sistemde yeni bir denge arayışıyla dış politikasının NATO merkezli ve yalnızca Amerika endeksli olmasına engel olamaya çalışmaktadır. Bu da Amerika açısından çok ağır bir tepki ile karşılanmakta ve çok üst perdeden açıklamalar yapılmasına sebep olmaktadır. 

Görünen o ki; Türkiye ABD’yi gözden çıkaramamakla birlikte, bu yeni dış politikasının arkasında duracak ve S-400’ler konusunda geri adım atmayacaktır. ABD’yi yumuşatmaya yönelik girişimleri devam etmekle birlikte zannediyorum ki Rusya bir süre daha küresel ilişkiler de Türkiye için önemli bir müttefik olarak kalacaktır.