Hayatı üst raflardaki en hassas kelimelerle öğrenmeli… Yaşamanın anlamını eski kül kokularının arasından koklayarak... Bir soba sıcaklığında ya da kestane çıtırtısında… Unutulmaya yüz tutmuş en eski hatıraların samimiyetiyle… 

Hayatı masum çocukların gülme seslerinden öğrenmeli… Hayal âleminde yaşayarak… Sokaklarda özgürce oynamanın mutluluğunu yakalayarak… Kiremitlerden, tahta parçalarından, topraktan, çamurdan kendine ait bir dünya kurarak… 

Çocuğa ne verirsen ona can verir. Çünkü onun bitmek, tükenmek bilmeyen hayalleri vardır. Sessiz olanla konuşur, hareket etmeyenle oynar.  Koca bir dünyası vardır kendine ait fakat küçücük bir yaşamı yoktur hayatta…

Göğüs boşluğuma koyulan koca bir taş var. Nefes almakta zorlanıyorum. Çığlıklarım şu sessiz harflerin arasına gizleniyor. Duyabiliyor musunuz? Gözyaşlarım sel olmuş akıyor satır aralarından… Ne çok iç çekiş, ne çok haykırış, ne çok feryat var şu kelime boşluklarında…

Sağır olmuş insanlar var. Gören körler var. İnatla konuşmayan diller var. Elinden gelebilecek yardımları gördüğünde ellerini gizleyenler var. Var, var var! Ama kimse yok! 

İnsanlar arasında yalnızlaştık. Kimse kardeşinin üzüntüsü ile dertlenmiyor eskisi gibi… Köşe başında aç, susuz, muhtaç bir insan görsek yüzümüzde kocaman bir gülümseme ile önünden geçmekten utanmıyoruz. Dünyanın en alçak varlığı insanoğlu oldu da haberimiz yok.

Şimdiki zamanlara ise ne demeli! Keşke bu çağda yaşamasaydım anne diyorum çoğu an. Yaşamıyoruz da zaten… Gün geçtikçe insanı, âdem yapan güzel hisler bir bir öldürülüyor. Kabilden başladı cinayetler fakat böyle bir hâl alacağını bizler de bilemezdik. 

Ah insan dünya senin olsa ne fayda… Kim ne götürebilmiş şu faniden? Kefenin cebi mi var? Nedir bu doyumsuzluk, bitmek bilmeyen aç gözlülük, her şeyi elde edebilecek hakkı kendinde görme zihniyetin?

İnsanoğlu yeryüzünün en şerefli(!) halifesi… Böyle yaratıldık. Biz Allah’ın yolunda fikren, zihnen, bedenen cihat etmeye geldik. Fikir cihadı en zorudur ki, karşında da senin kadar akıllı bir varlığa kendi doğrunu kabullendirmen çok zordur. 

Ama ben bundan vazgeçmeyeceğim. Açık açık haykırıyorum. Yeter! Çocuğuma dokunma ey cani! Daha ne kadar minik bedeni toprağa vereceğiz? Bunu da mı meşrulaştıracaksınız bize? Asla! 

Benim çocuğum bu dünyanın geleceği, ileriye götürecek bireyi… Evet, oda bir birey… Savunmasız, güçsüz, korunmaya muhtaç fakat onun da hakları var. Onun da kendine özel bir bedeni ve yaşama hakkı var. Sen benim çocuğumdan bu hakları alamazsın. 

O sokakta oynamaya çıkıyor ise bu onun doğasında var ve en normal içgüdüsü… Onu tuzağa düşmüş bir ceylan olarak göremezsin. Her kuşun eti yenmez. Hadi dünyada adalet yok! Sen mutlak adalet sahibinden de mi korkmazsın bre mahlûk?

Ekranlara bakmaya korkar olduk. Bugünde kimin ailesine ateş düştü de, yandı kavruldu ciğeri diye bekler olduk! Hiç mi güzel bir şey olmaz hayatta? Kadınlar ve çocuklar hep mi cahiliye zihniyeti ile muamele görmek zorunda? Hani sen Muhamed (s.a.v)’in ümmeti idin? Veda Hutbesi'ni bilmez misin? Oradaki emanetleri anlamayacak kadar kör cahil misin?  

Çocuklara atfedilen bayramda bile yavrularımız kollarımızdan koparılıyor… Bizler ilerde bu dünyaya bir çocuk getirmeye korkar olduk. Annelerin bir sözü vardır, “Yavrum sana sonuna kadar güveniyorum ama dışarıya güvenmiyorum” diye. Bunu söyleyen anneler yavrularının çocukları için ne düşünüyor sizce? 

Bu dünyanın kirlenmişliğinden korkuyorum. Ben çocuklarıma dokunan insanlıktan çıkmış o yaratıkları hasta olarak kabul etmek istemiyorum. İyi hâlden serbest kalsınlar istemiyorum. Kadınımı sokak ortasında katleden ve etraftaki insanların sadece izlediği bir dünyada yaşamak istemiyorum. 

Ben Hz. Muhammed (s.a.v)’in Veda Hutbesi'nde yerin, göğün bile dinlediği öğütlerinin bu dünyaya nüfuz etmesini istiyorum. 

“Ben Müslümanım” derken utan ey insanoğlu!