Kurban Bayramı arifesinde, dolu dolu bayram havasının yaşandığı günlerdeyiz. Bayramı bayram gibi yaşama herkesin hakkı. Uzun süredir bayramları birçok sebepten mahzun geçiren milletin, bayram tadını alması içten dileğimiz.

Yalnız bazı yollar var ki, ister istemez tansiyon yükseltiyor. Tarihin zaman tüneli gibi sayılabilecek yollardan birisi Konya-Beyşehir yolu. Selçuklu başkenti Konya’dan Beylikler devri şaheserini barındıran Eşrefoğlu merkezi Beyşehir’e, Beyşehir Gölü kıyılarına gideceksiniz. En az sekiz asırlık tarihi zihninizden geçirmeden, yer yer de yola bakınca kahır duymadan gidebilecek misiniz?

Selçuklular, bilindiği üzere önce Anadolu’yu keşfettiler. Sonra vatan haline getirmeye gayret ettiler. Bunun için Pasinler’den Malazgirt’e, Malazgirt’ten bitmez tükenmez Haçlı dalgalarına karşı yeni vatanlarını korumak için mücadele verdiler. Haçlı saldırıları tek cepheden değildi. 

Selçukluların üzerine Haçlı kitlelerini sevk eden Bizans, kendi saldırılarını da devreye soktu. O saldırıların Malazgirt kadar hatta daha önemlisi durumunda olanı Miryokefalon Zaferi, Anadolu’nun vatanlaşmasının sebebi olanıdır. Yeni tarihi coğrafya keşifleri, Bizans’tan Anadolu’nun mührünün alındığı Miryokefalon Zaferi’nin, Konya-Beyşehir yolunda kazanıldığını gösteriyor. Bağırsak Deresi güzergâhına bu vesile ile kocaman, “Miryokefalon Zaferi 17 Eylül 1176” panoları asıldı. Konya’dan Beyşehir’e doğru giderken, dönerken bu tarihin yüz akı olan zaferini hatırlatan levhaları, eğer bir vatan derdiniz varsa ilgiyle seyredip geçebilirsiniz. Hem de “Ver kurtul” ile Selçuklunun, Osmanlının vatan haline getirdiği coğrafyadan çekile çekile Anadolu’ya tıkılışımızın kahrını hissederek..

Anadolu’nun ortasında, vatan kurucuların olağan üstü gayretlerini, o gayretlerin mükâfatı sayılabilecek zaferlerini hatırlayıp geçmek gerçekten heyecan verici. Türkiye’yi bölme, karıştırma, kuşatma, iç darbe ve çatışmalarla yeniden “kul” haline getirme çalışmaları devam ederken, bizden çok daha zor durumda olan ataların gayretleri ve başarılarından heyecan duymamak ne mümkün? Ama Miryokefalon Zaferi panolarına bakarken özellikle dikkatli olmakta yarar var. Zira bitmek bilmez bir yol çalışması bütün tadınızı, şevkinizi, iyi düşüncelerinizi bir felaketle bitirebilir.

Gelişli-gidişli güzel bir yol olması için başlanılan, Konya’yı asırlardır Beyşehir’e, oradan Selçuklu’nun yazlık başkentine, Antalya’ya yani Akdeniz’e, Isparta’yla Göller Yöresine bağlayan önemli yol, nedense bitmek bilmiyor.

Filmlere, sosyal medyaya, “Aşkımız, Konya-Beyşehir yolu gibi hiç bitmesin” iğnesi ile konu olan yolun uzunluğu, binlerce kilometre değil. Hepi topu seksen beş kilometre civarında. Binlerce kilometre bölünmüş yol yaparak, ülke ulaşımına nefes aldıran bir iktidarın başarılı Ulaştırma Bakanı, Başbakan olmuşken de yol ne hikmettir bitmiyor. Artık sosyal medyacıların öyle nazik, aşklı-meşkli dokundurma değil, çuvaldız cinsinden, duymaz kulaklara ulaşabilecek veya kalın derileri embelleyebilecek deyişler üretmeleri gerek.

Günümüz yolundan niçin zihnimiz Selçukluya kayıp duruyor?

Selçuklu, ufuklu olduğu için başkent Konya’yı rahatlatacak, huzur ikliminde dinlendirecek sayfiye yeri olarak Beyşehir Gölü’nün cennet gibi bir kıyısını yani Kubadâbad’ı yazlık başkent haline getirmişti. Orada saraylar, “Kuş Cenneti”nde binalar, Anamas eteklerinde av köşkleri yaptırmış, ova kısmında cirit atıp, harp oyunları oynamıştı. Kubadâbad, şimdilerde bilinmez, metruk bir yer; bilim insanlarının kazı alanı durumunda. Ama Beyşehir Gölü’nün yatlı gezileri, Dilayla sahili, Karaburun kumlukları yeniden keşfedilmiş vaziyette. Konya’ya bir saatlik mesafede, insanlara deniz havası yaşatıp onları rahatlatacak, dinlendirecek “saklı cennet” var. Ama atla giderken rahat ulaştığınız, Selçuklu han ve kervansaraylarında dinlenip yolculuğun tadını çıkardığınız güzergâh, araba ile giderken sıkıntı kaynağı durumunda. Yüzün üzerinde gidebileceğiniz yerlerde, otuzla sünepe sünepe zikzaklar çizerek, bir kamyonun arkasına takılıp nal toplayarak yol almanız gerek.

Roma, yolları ile ünlü idi. Çin atasözü, “Bir yeri kalkındırmak istiyorsanız önce yol inşa ediniz” derdi. Gelişmenin, kalkınmanın yol ile olduğunu kadim kültürler kavramıştı. Yol gibi diğer alanlar da gelişmenin işaretleri durumunda. Almanlar, mühendisliği-felsefesi; İngilizler kimyaları ile öne çıktı. Selçuklu’nun, Osmanlı’nın adını yaşatan eserleri, Türkiye’nin hatta insanlığın önemli varlıkları durumunda. Osmanlı en zor zamanında Hicaz Demiryolunu yapıp bitirdi. Berlin-Bağdat demiryolunu kolayladı. Günümüzde ne ile öne çıkıyoruz? Cumhuriyet başlarında uluslararası fuarlarda, buğday, kuru yemiş, çekirdeksiz üzümle birlikte Selçuklu eserlerinin çerçeveli fotoğraflarını sergilerdik. Üretimimiz, teknolojik ürünümüz işte o kadardı. Ama cumhuriyet kurulalı artık bir asra erişmek üzereyiz. Yolda, belli işlerde cumhuriyetin adının olması gerekir. İddiasızlık, hiç olmazsa bazı alanlarda dünya çapında var olamamak, tükenmişlik alameti. Bu tükenmişlik bizde, maalesef okumuş, bürokratik zümrede öne çıkıyor. Değerlerde tükenmişlik, iddiasızlıkla kendini gösteriyor. Buna bir “tembihleme” yöntemi bulunmalı. Amansız “metal yorgunluk” hastalığı değil buradaki hal. Belçika gevşekliğini de geride bırakan bir savsaklama mevcut.

Diyelim ki Konya-Beyşehir yolu, gezinin tadını çıkarmak isteyenleri kısa mesafede canından bezdirecek hale getiriyor. O zaman tembih/uyarı nasıl yapılabilir?

Bir zamanlar başarılı bir TOKİ yöneticisi vardı. Başarısı, onu bakanlığa taşıdı ve orada kayboldu. Bayraktarı olduğu başarısının tembihleyici unsurunu, kamuoyuna açıktan anlatmıştı. Açıkladığına göre, yıllık ev yapma miktarı ile ilgili planlarını Başbakan Erdoğan’a sunar. Yanlış hatırımda kalmadı ise, önceleri on bin ev yapılırken, o, kırk bin ev yapma gibi bir plan yapar. Tepki, gerçekten tahrik edicidir. Suratına atılan kağıtlarla birlikte: “Gidin adam gibi dört yüz bin evlik plan yapın”, uyarısını alır. Sonuç malumdur. TOKİ atılım yapmıştır.

Beyşehir yolu için başka tür, şu meşhur şeyhin tahriki mi gerekli? Hani ağzı bozuk müridine şeyh, küfretmeyi yasaklar. Ama adam alışmış bir kere. Durmadan birilerinin onu frenlemesi gerektir. Usul kolay bulunur. Ağzına bir iri bakla tanesi konur. Dili yanlışa dönerken baklanın varlığı, dervişe küfür etmemesi gerektiğini hatırlatacaktır. Öyle de olur. Fakat yağmurlu bir günde, küfürbaz derviş ile şeyhi birlikte giderken, onları bir kadın çağırtır. Kapı önünde dururlar. Ama açan, bakan yoktur. Bir süre beklemeleri istenir. Beklerken ıslanırlar. Dervişte değil sadece, şeyhte de sabır tükenmek üzeredir. Niçin bekletildiklerini sorunca ev sahibesi, “böyle sarıklı-sakallı bir adam kapıda beklerken, yumurta tavuk altına konursa iyi piliç çıkarmış” cevabını verir. Cevap karşısında şeyhin müridinden isteği nedir: “Çıkart ağzından baklayı!” Yani, böylesine durumda artık sana ruhsat var, demektir bu..

Şu Konya-Beyşehir yolu ile ilgili acaba, işi-gücü çok ama “Reis”, birilerine plan-program sorup kağıtlarını suratlarına, “adam gibi yapın” diye çarpabilir mi? Ya da bir defalığına da olsa sorumluları karşısına dikip, “baklayı” çıkartamaz mı?

Konya-Beyşehir yolu malum, nezaketli iğnelemelerle netice alamaz hale geldi. Bir de gelişmenin yolu bu ise, gelişmişlikten sadece Konya-Beyşehir yöresinin değil Orta Anadolu’nun da nasibini alması için, bu kadarcık “uyarı” çok görülmemeli.

Bayramınız mübarek ola. Kazasız, belasız bayramlar dileğiyle..