Üzerinde bir kırgınlık vardı o akşam Ahmet Amca’nın. Vaktini, her gün geç saatlere kadar oturup çoğu kez kitap okuyarak ve ibadet ederek geçirir, uykusu gelince de zaten hep serili durumda bulunan yer yatağına geçer ve başını yastığa koymasıyla uyuması bir olurdu. 

O gün henüz akşam vakti olmasına rağmen göz kapakları iki de bir kapanıveriyordu. Yatağına uzanıp yatıveresi geldi. Öyle de yaptı. Uyuyakalmıştı. Eşi Ayşe Teyze de mutfakta akşam yemeğinden artan bulaşıkları yıkamakla meşgul olduğu için içeride neler olup bittiğinden habersizdi. Mutfakta işini bitirip odaya girdiğinde, eşinin o halini gördü. Erkenden uyumasına bir anlam veremese de onu uyandırmaya kıyamadığı için, “uyuyanın üzerine kar yağarmış derler” diye söylenerek yorganı üzerine iyice çekti.  Sobaya da birkaç odun atıp televizyon seyretmeye koyuldu.

Bir müddet televizyona baktıktan sonra onun da uykusu geldi ve televizyonu kapatıp oracığa kıvrılıverdi. İkisinin de yaşları neredeyse seksene dayanmıştı.

Bir zamanlar,  özellikle de bu saatlerde çocuk sesinden geçilmeyen koskoca evde şimdi çıt çıkmıyordu.  Altı çocuğu büyütüp besleyip evlendirdikten sonra her birisi bir yerlere gitmiş, anne ve baba olarak ikisi bir başlarına kalakalmışlardı köylerinde…  

Bu düşünceler içinde birkaç kez sağa sola döndükten sonra o da uykuya daldı. Köyde bulunan otuz hanenin neredeyse hepsinde aynı yaşam tarzı hüküm sürmekteydi.  

Bir zamanlar cıvıl cıvıldı köyde insanlar... Mesela kar yağdığında üçer beşer kişi ellerine birer tahta kürek alırlar, sabahın erken saatlerinde damlara çıkarlar ve gece boyunca birikmiş olan karları kürümeye başlarlardı.  Damdan dama komşular birbirlerine latifeler yapar, kartopu bile oynarlardı. 

Şimdi bütün damlar çatı oldu. Ne kar yağdığında dam kürümeye ne de yağmur yağdığında toprağı yuvaklarla sıkıştırmaya gerek var. 

Dam kürümek de dam yuvmak da buna benzer bütün faaliyetler de insanların bir birlerine yakınlaşmalarını, sosyal yaşamın önemini anlatırdı oysa…  O zamanlarda “sosyal yaşamın kıymeti bilinsin” şeklinde cümleler de kurulmazdı hiç. Gerek yoktu ki böyle cümleler kurmaya.  Zaten hayatın kendisi bir “sosyal faaliyetti” ve kıymeti, yüreğin ta derinliklerinde hissedilirdi. Bu kıymeti anlamak için özel bir organizasyon yapmaya gerek yoktu ki... Her şey doğal mecrasında gelişir giderdi. “Komşu komşunun külüne muhtaçtı” o zamanlarda.

Bir zamanlar Ahmet Amca’ya danışmadan hiçbir bir adım atmazdı köylüler. Zira yanlış adım atmaktan korkarlardı hep. Ahmet Amca’nın sözleri, fikirleri, nasihatleri onlar için kanun gibi yönetmelik gibiydi adeta. Yapacakları bütün işlerin başarısı Ahmet Amca’nın yol göstericiliği ile mümkündü.  

Ya şimdi öyle mi? Ne gelenleri vardı ne gidenleri… Ne kapılarını açanları ne hal hatır soranları ne de iş için danışmaya gelenleri vardı… Kimsenin onun fikirlerine ihtiyacı yoktu artık. 

Onlar uykularındayken dış kapıdan şiddetli bir şekilde sesler gelmeye başladı. Önce Ayşe teyzenin haberi oldu kapının vurulmasından.  Hafifçe doğruldu ve eliyle Ahmet Amca’yı dürterek, “bey, bey kalk hele dış kapıya bir vuran var” diye seslendi. Ahmet  Amca olduğu yerden ters tarafa döndü ve uyumaya devam etti. Kapı da çalınmaya devam ediyordu. Tekrar dürttü Ayşe Teyze, Ahmet Amca’yı. Bu defa Ahmet Amca doğruldu ve “ne oldu hanım, niçin dürtüp duruyorsun beni?” diye söylendi. 

“Kalk hele herif duymuyor musun, kapı vuruluyor deminden beri. Kim ola ki bu saatte?” diye söylendi.

Kalktılar ve kapıya doğru yöneldiler ikisi de. Zaten üzerlerini bile çıkarmaya fırsat bulamadan öylece uyuyakalmışlardı. O şekilde kapının arkasına gelip, “kim o, ne vuruyorsunuz kapıya bu saatte?” diye seslendi Ahmet Amca…

“Jandarma, biz Jandarmayız, hakkınızda ihbar var açın kapıyı!” diye bir ses duyuldu.

“Fesuphanallah, hayırdır inşallah!” diye söylenerek sürgüyü kaldırıp açtılar kapıyı ve karşılarında omuzu silahlı askerlerle karşılaştılar.

Askerlerin başındaki komutan; “amca sakin olun bir ihbar vardı da…” diyerek, korkmamaları gerektiğini söyledi ve devam etti.

 “Ahmet Eskici sen misin amca? Hakkınızda ihbar var, bir kız kaçırma durumu olmuş, sizin kaçırdığınızı söylediler… Ayşe burada mı?” diye sordu.

Ne kızı kumandan ne Ayşe’si ne kaçırması? Görmüyor musun seksen yaşında bir adamım ben. Bu halimle mi kaçırmışım Ayşe’yi?

Komutan, “ne var halinde zıpkın gibi delikanlısın. Haydi, binin arabaya karakola gidiyoruz, derdinizi orada anlatırsınız” diye çıkıştı.

Ahmet Amca olanlara bir anlam veremese de çaresiz, askerlerden birkaç dakika izin isteyip hanımıyla birlikte içeri girdi ve üzerlerine bir şeyler alıp tekrar çıktılar dışarıya. Askerlerin arabasına bindiler ve beş kilometre uzaklıktaki karakola vardılar.

Ahmet Amca, daha yirmi yaşında iken Ayşe teyzeyi babasından istetmiş ama babası vermemişti.  O da Ayşe teyzeyi kaçırmış ve 1950 yılının 12 Mart günü evlenmişlerdi. 

Ahmet Amca ve Ayşe Teyze karakola varıncaya kadar, kendisini bekleyen sürprizden habersiz bir şekilde kendi kendine söylenmiş “Allah Allah, nedir bu başımıza gelenler?” düşüncesi içinde karakola varmışlardı. Karakolun önünde sıraya girmiş olan askerlerin hepsi önlerinden geçen Ahmet Amca ve Ayşe Teyze’nin ellerini öperek içeri aldılar. Bu duruma da bir anlam verememişlerdi. 

Sonra, gelinlik bir kız gibi süslenmiş olan odadaki masanın etrafında sandalyeye oturtuldular. Kendileri de önceden sıralanmış olan sandalyelere geçip oturdular.

Önce komutan söz aldı: 

“Sayın Ahmet Eskici, 12 Mart 1950 senesinde yani bundan tam altmış sene önce Ayşe Demir’i kaçırarak evlenmişsin. Kanunlarımıza göre kız kaçırmak suçtur. Söyler misin, sen Ayşe Demir’i kaçırdın mı?

Olanlara bir anlam veremeyen Ahmet Amca etrafına şakın bakışlarını gezdirirken, hemen Ayşe  Teyze söze karıştı. 

 “Hayır gumandan oğlum, o beni gaçırmadı ben onu gaçırdım. Bir suç varsa eğer, suçlu benim. O zati hasta bir adam,  göyüverin de biz evimize gidelim, yavrum, altmış sene öncesinin hesabı şimdi mi sorulur?” diye çıkıştı.

Ahmet Amca ve Ayşe Teyze diğer bütün Anadolu insanında olduğu gibi o yaşlarına gelinceye kadar bir kere bile evlilik yıl dönümü kutlamamışlardı. Zaten böyle kutlamaların varlığından bile haberdar değillerdi.  Ne bugününün ne de evlendikleri tarihin 12 Mart olduğundan haberdar bile değildiler. Zaten tarihlerin de onları ilgilendiren bir tarafı yoktu ki…

O gün Ahmet Amca ile Ayşe Teyzenin evlilik yıl dönümleriydi. Komutan, köy muhtarıyla iş birliği yaparak onlara bir yıl dönümü sürprizi hazırlamışlardı. Kendi elleriyle hazırladıkları yiyecekleri birlikte yiyip, önceden hazırladıkları yıldönümü hediyelerini de kendilerine takdim ettiler ve program bitiminde tekrar evlerine götürüp bıraktılar.

Böylelikle askerlerimiz sayesinde Ahmet Amca ile Ayşe teyze altmış yıllık evliliklerinde ilk defa bir evlilik yıl dönümünü kutlamış oldular.

O askerler, Ahmet Amcaların ve Ayşe Teyzelerin evlatları olduklarını bir kez daha göstermişlerdi böylelikle.

Ömürlerinin son demlerinde böyle güzel bir olay yaşamış olmalarından dolayı çok mutluydular.