ABD ile ilişkilerin bir süredir bıçak sırtı ilerlediği bir dönemde S-400 alımı sonrası ne olacağı merak konusuydu. Türkiye’nin dış politikası açısından bu hadisesinin aslında önemli bir dönüm noktası olabileceğine dair görüşler bildirildi. NATO’ya göre dizayn edilmiş bir savunma sisteminin değişimi anlamına gelmese de bunun ilk adımları olabilir mi düşünceleri epey dillendirildi. Bu dönemde Rusya ile ilişkilerin daha bir sıkılaşması beklentileri de artmaktaydı. Üstelik F 35 uçakları ile ilgili olarak, ABD’nin yaptığı açıklamalar sonrasında Türkiye, uçakları da Rusya’dan alabileceğine dair kimi sinyaller vermeye çalışmıştı. 

Böylesi bir dönemin hemen arkasından Suriye üzerinden kurulan denklemler gündeme gelince herkes kendi kartını tekrar karmaya başladı, denebilir. ABD’nin YPG üzerinden kurguladığı bir Suriye geleceği meselesi Türkiye’nin en hassas olduğu nokta olarak gözükmektedir. Öte yandan özellikle S 400 meselesinde de görüldüğü üzere Türkiye’nin ABD ve Rusya arasında kurmaya çalıştığı bir denge ile yürütmeyi planladığı dış politika, Suriye’de biraz sıkışmış gibi duruyor. YPG’nin Rusya ile kriz yaşadığımız dönemde açmış olduğu bürolara bakıldığı zaman, Rusya’nın da burada net bir tavrının olmadığı anlaşıyor. Daha doğrusu YPG meselesine yalnızca Esad’ın çıkarı  üzerinden bir bakış sergiliyor. 

Üstelik, Suriye’nin ve Esad’ın geleceği noktasında Rusya’nın kararlı tutumu Türkiye açısından endişe vericidir. Rusya’nın bu kararlı tutumu çerçevesinde tayin etmek istediği Suriye, bizim açımızdan kabul edilebilirliği zor bir durum olarak gözükmektedir. Geçtiğimiz günlerde konvoyumuza yapılan saldırı sonrasında Lavrov’un açıklamalarına bakıldığı vakit Rusya’nın bu konudaki tutumu daha net anlaşılacaktır. Üstelik bu konuda Ankara’ya el yükseltebileceğini de göstermektedir. 

ABD’nin kendi uzantısı olarak bölgeye tayin ettiği YPG ile ilgili olarak ise Türkiye’nin taviz vermemesi en önemli konudur. Bu çerçevede Amerika’nın ‘’güvenli bölge’’ açıklamaları temkinli yaklaşmak zorunda olduğumuz  bir hadisedir.  Amerika’nın meselenin başından beri yaptığı açıklamalara bakıldığı vakitte ‘’güvenli bölge’’ ile ‘’YPG’ye bir alan açma’’ hedefi olduğu izlenimi oluşmaktadır.  Mutabakatın duyurulmasından hemen sonra İngiliz Gazetesine konuşan bir ABD yetkilisinin ‘’Bu, temelde konuşmaya devam etme üzerine yapılmış bir anlaşmadan ibaret’’ sözleri ABD’nin YPG konusundaki tutumundan kolay vazgeçmeyeceğinin ispatı niteliğindedir. 

Diğer taraftan YPG yöneticilerinin ‘’ ABD’nin, Türkiye ile yürüttüğü müzakerelerde YPG’nin tezleri üzerinden süreci devam ettirdiğini’’ dile getirmeleri de olayın geri planının anlaşılması açısından önemlidir.

ABD’nin üç hattan oluşan ‘’Güvenli Bölge’’ teklifine bakıldığı takdirde karşılaştığımız tablo yine bizim açımızdan sorunludur. İlk hat; Türkiye ve ABD’nin ortak devriye attığı 5 Km’lik bir alandan oluşmaktadır. İkinci hat; ABD ve YPG’nin bulunduğu ve ağır silahlardan arındırılmış 9 Km’lik bir alan olarak düşünülmektedir. Üçüncü hat ise; 4 km’den oluşacak ve ABD ile doğrudan YPG’nin inisiyatifine bırakılacaktır. Bu teklife bakıldığı vakit ABD’nin Güvenli Bölge’yi Türkiye ile YPG arasında bir tampon bölge oluşturma ve bu şekilde Suriye’deki müttefikini koruma altına almak amacıyla gündeme getirdiği anlaşılmaktadır. Yani ABD açık bir şekilde YPG’ye bir alan inşa etmek istemektedir. 

Daha vahim kısım ise bu süreçten sonra dahi hala ABD’nin PYD/YPG’ye tırlar dolusu ağır silah yardımına devam ediyor olmasıdır. Bütün dünyanın gözü önünde yapılan yardımların PKK’ya aktarıldığı da Türk Devleti tarafından ispat edilmiştir. Öyle ki, bu hafta vurulan mağaralarda ambalajı açılmamış ağır silahların bulunduğu açıklanmıştır. 

Türkiye’nin bir süredir yürütmeye çalıştığı dış politikanın sıkıştığı söylenebilecektir. Bu sıkışmadan çıkmak isteyen Türkiye’nin Suriye konusunda tavizsiz, net ve kendine güvenir açıklamalar yaptığı gözükmektedir.  Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın ’’ Temennimiz, müttefikimiz olan ABD’nin ve askerlerinin yaptıkları konuşmalar ve sözler çerçevesinde bu sürecin ilerlemesine gayret göstereceklerine inanmak istiyoruz. Herhangi bir aksilik çıktığı zaman bizim kendi planımızı devreye koyacağımızı belirttik. B ya da C planı, kendi faaliyetlerimiz de olacak.”  açıklamaları bu minvalde okunmalıdır. Türkiye elinden geldiği kadar bu sarmaldan dik çıkmaya çalışacaktır.