Geçtiğimiz haftalarda mecliste termik santrallerine baca takılmasını da içeren torba yasa AKP ve MHP milletvekillerinin oyu ile kabul edildi. Cumhurbaşkanımız da veto ederek geri gönderdi. Siyasi görüntü olarak, Cumhurbaşkanımız Cumhur İttifakına değil  bu konuda Millet ittifakına hak vermiş oldu.

Devlette bir U dönüşü oldu.  Kendi içinde komik tabii. 
Olumlu yanı,  kamuoyu kuvvetli sahiplenme gösterdi. Komik tarafı  termik santraller zaten kapanmayacak. Bu takma işi en az iki yıl sürecek .

Görüntü olarak çok güzel ama içine toplumumuzun ekonomik davranışlarındaki bir hastalık saklı.

2013 yılında termik santrallerin bu yatırımları yapması ve 2019 Aralık ayı sonuna kadar tamamlanması istenmiş,  2017 yılında  anayasa mahkemesinde de yapılan itirazın kabul edilmemesi ile kesinlik kazanmıştı.
Bu arada TV kanallarından biri çıkmış  eğer termik santral kapanırsa;

 35 000 konut elektriksiz kalacak,

 32 000 insan elektriksiz kalacak,

12 000 metro seferi iptal,

8900 makine iş yapmayacak,

Gibi kamuoyunu sindirici, etki altına alan ,  yanlış zamanda söylenen bir program da yapıldı.

Bu program bundan iki yıl önce yapılsaydı, anlamı şu olurdu;  eğer siz şimdi bu yatırımları yapmazsanız iki yıl sonra ekonomiye büyük zarar vereceksiniz. Hala kılınızı kıpırdatmadınız, sorumluluk milletin ve devletin değil, verdiğiniz zararı da siz çekersiniz anlamı çıkardı.

Şimdi ne oldu;

Ey halkım bu süreyi verelim yoksa karanlıkta kalırsınız, bunların sahibine bir şey olmaz. Olan size olur. Ekonomi kötü etkilenir. Size zam, faiz, enflasyon olarak döner. Aklınızı başınıza alın. Ne olacak 2,5 yıl sabredin. Ölen ölsün kalan sağlar bizimdir. Manasına geldi.

Peki buradaki hastalığımız ne?

Bir kere devlette yönetimin çok önemli bir mekanizması olan denetim sistemi çalışmıyor. Çalıştırılmıyor. Devletin her kademesinde olduğu gibi denetim sistemi politik kaygılar, ekonomik nedenler, kişisel  girişimlerle etkisiz  hale getiriliyor.

2013 yılında alınan bu kararın uygulamasını yapmayan, yapamayan sistemi analiz etmek lazım. Ucu nereye kadar varırsa. Hatta hiç kimseyi suçlamadan. Çünkü bir suçluya rastlarsak onu cezalandırırız ama sistemdeki tıkanıklık aşılmaz.
Problemi analiz ederken ucu Cumhurbaşkanımıza varsa da araştırılmalı.  Neden tıkanıyor.

 Sonra bu sonuca göre çözüm stratejisi belirlenmeli. Yoksa büyük şirketler ya da etkili olabilecek herkes ricalarla kendileri için maliyet unsuru olan ama toplumsal maiyeti ihmal edilen bu tip ricalar hep olacaktır. 70 yıldır olduğu gibi.
Bir yemekte, bir toplantıda, bir açılışta;  eskiden başbakan şimdi cumhurbaşkanı olmak üzere bakanlara iş sahipleri; küçük bir ricam vardı diyerek kendi eksiğini erteleme ya da yapmaktan kaçınma gibi girişimlerle işini yürütecek.

Peki neden böyleyiz?

Kurumda ;

Süreklilik, önleme ve sınırlama, düzeltme, reform, eşgüdüm, verimlilik ve etkinlik sağlama amacını taşıyan denetim özelliklerini  yeterince devlet yönetimi, işletme yönetimleri  ve kamuoyu tarafından içselleştiremedik.

Denetimin yapılabilmesi için gereken hesap verilebilirlik kültürü,  ne devletimizde ne de işletmelerimizde  ne de halkımızda mevcut. Biz denetimi güvensizlik olarak  algılıyoruz. 

Denetimin olmazsa olmazı şeffaflığı kesinlikle ret ediyoruz. Çoğu zaman özgüven eksikliğinden meydana gelse de karışık ortamlarda hatalarımızı daha çabuk kamufle ediyoruz.

Denetimin diğer bir önemli özelliği sorumluluğu kimseye karşı duymak istemiyoruz.  Herkes bize karşı sorumlu olsun biz hiç kimseye karşı olmayalım. Hâlbuki insan ve kurumlar sürdürülebilir bir yaşam için çevresi tarafından kabul edilebilir olmalı. Bunun için en yakın çevresinden en uzağa kadar çevresine karşı sorumluluk bilinci gelişmiş olmalı.

Adil olma gibi sadece kurumsal değil insan olmanın da asıl gereği bir davranışı maalesef henüz benimseyemedik. Herkes bana adaletli davransın gerekirse ya da aklıma gelirse ben de adil olurum ruh haleti bilincimizi gasp etmiş durumda.

Her şeyden önemlisi yukarıda saydığımız erdemleri  sahiplenerek ve uygulayarak yaşamak bir gelişme çabasıdır.  Oysa biz büyümeyi yani ekonomik olarak güçlenmeyi gelişmeye tercih ediyoruz.

Çevreye, topluma, insana yani  kendimiz dışındaki her şeye yapılacak yatırımı maliyet unsuru olarak görüyor,  sorumluluğumuz gereği yapmadığımız harcamayı kâr hanemize yazıyoruz.

Bu kârı siyasi destek, makamsal destek ve ikballe birleştirerek insan ve toplumla beraber gelişmeyi önemsizleştiriyoruz.

Bunun için devletin varlık sebebi, sorumluluğu olan denetim görevini tez elden etkinleştirmemiz lazım.

Bunun içinde karmaşık denetim sistemini sadeleştirmeli, aynı konuda iç içe geçmiş yetki  ve  görevlerin tanımı doğru yapılarak çatışmalar önlenmeli.
Denetim sitemini etkili ilkelere dayalı kurumsallaşma ile donatmalı,   

Kalifiye insan gücü ile insan kaynaklarını zenginleştirmeli,

Denetim birimlerinin bağımsızlığı tesis edilmeli, 

Denetim mekanizmaları bir bütün olarak ele alınmalı, süreç olarak yönetilmeli.

Özellikle 24 saat çalışan işletme ve kurumlarda denetim 24 saat esasına göre, sürekli ve etkili bir şekilde yapılmalı.

Sonuç ilkelere bağlamadığımız, bir bütün olarak göremediğimiz,  süreç olarak yönetemediğimiz sürece termik santrallerin bacasında olduğu gibi insanlığa yakışmayacak talepler olacak ve bu milletin temsilcileri de o taleplerin ricalarına kayıtsız kalmayacak.

Eğer sistemli hesap verebilir,  şeffaf adil bir işletme ve kurumlarla çalışabilirsek gelişebiliriz.

Yoksa bu tip toleranslarla, ricalarla 70 yıldır birileri parasal olarak büyüdü ama gelişemedik.  

Küresel seviyede  stratejik markamız bile olamadı.