Bir demli muhabbet istiyorum. Uçsuz bucaksız açık denizlerde bir akşamüstü! İliklerime işleyen bir müzik, boğaza düğümlenen hüznü itelemek için bir iki yudum umut suyu! 

Dalgaların gelgitleri gibi, içimize sığdıramadığımız duygu denizinin dehlizleri! Hüznü yıkayan gözyaşları vardı bu canına yandığım dünyada! Yüreği tarumar eden feryat sesleri! Yenilmiş, yanılmış, hüzünlü güz yağmurlarında kalan gönüller!

Lavanta kokularıyla büyümüş çocuklardık biz. Ne yaptıysak kendimize yaptık. İyi niyetli bakışlarımız vardı bizim. Ne yaşarsak yaşayalım, kimseden acısını çıkartmayan! Bahar gözlerimiz vardı, her yeni güne yeniden umutla başlayacağımızı anlatan! Hayatın dört yapraklı yoncası gibi nadir bulunan!

Hayat; hazır tepside güzellikler sunmak yerine, pimi çekilmiş bombalar sunuyor bazılarına! Kendi içinde bulunduğu dünyasında savaşan ama yüzü süt liman öyle dingin, masum olanlara! Sizin hayata karşı gelgitlerinizdeki cevap onda... Çirkinlik, çirkeflik ve samimiyetsizlikler diz boyu... 

Kendi yüreğini, kendi kafasını sorgulamayı bilmeli insan. Öyle sığ yaşanmaz. Kendi çerçevesi, kendi dünyası, kendi penceresinin dışında olanları da görebilmeli! Arada insanlık havası ile havalandırmalı gönül evini!

Herkes bir robot halinde gelip geçiyor hayat yolundan! Ömrümüz beklemekle geçiyor. Kafamız sürekli meşgul, ya geçmişe takılıp kalıyoruz ya da gelecekten endişe duyarak yaşıyoruz. Bedensel olarak varız da kafamız nerede?.. Yüreğimiz hangi göçün meçhul yollarında?..

Gözlerinde yarı ağlamaklı bir hâl, gülüşlerinin ucunda sızı! Anlatamazsın bilirim. Annenin dizleri gerek, babanın omzu! “Topum patladı, bebeğim kayboldu” diyemezsin. “Şu çocuk beni üzdü, düştüm dizim acıyor” diye şikâyet edecek halleri sen çoktan geçtin bahar gözlü çocuk. Gözlerin bahara özlemi anlatırken, bakışların acıların verdiği büyümüşlüğü haykırıyor tüm dünyaya! Şu küçücük beden de ne kadar hüzün barındırıyorsun oysa... 

Sadi Şirâzi'nin sözü göğü delen bir şimşek gibi yüreğimin karanlığını yardı.  O kelimeler ürpertti, diken diken etti bedenimi; 

“Zulme uğrayan kurumuş dudaklara söyleyin de gülsün. Elbette bir gün zalimin dişleri sökülecek.”

Bazen düşünüyorum da; sevinçlerimizi bir günlük yaşarken, hüzünlerimizi bir ömür yaşıyoruz. Ömrümüzden ömür eksiliyor. Hangimiz mutluyuz ki hah, haydi söyle Polyanna?..Derin yaralar açan, kapanmayan acılara gebe işte bu hayat!

Daha mutluluğu hiç tatmamış, annesinin yüzüne bakış atarak, etrafa gülüşlerini saçamadan toprak altına giren masum bedenler var!

Dünyanın kalbini dinlemek gerek. Bu aralar bir ritim bozukluğu söz konusu! Git gide de artmakta! Kardeşlik, merhamet ve vicdan şoku lazım ki düzene girebilsin. Ne de güzel diyor yazar (Steinbeck); “İnsan olmak kolay değildir, hele ki 'insanca' yaşanabilecek bir toplum düzeni yoksa!”

Yine dalıp dalıp gidiyorum bu aralar! Biraz güz yorgunuyum. Hayatta yaşanan kötü günlere alerjim var. Gözlerime batıyor hüzünler, buğulanıyorum. Damla damla kırkikindi yağmuru gibi akıyor gönlüme gözyaşlarım. Göğüme çıkacak olan güneşin akabinde, gökkuşağına hasret yaşamaktayım. 

Hele hele küçük bedenlerin gözlerindeki korkuyu gördükçe insanlığımdan, kendimden utanıyorum. Sözün bittiği yere gömüyorum bütün kelimelerimi. Bir sükût-u hâle bürünüyorum. Sessizlik en güzel duadır. Çünkü dil susunca gönül konuşmaya başlar.

Sözleri dikiyorum yine birbirine, yamalıyorum sessizliğe göre! Satır satır saçılıyor, hüzün kokan cümleler! Dua ile!