İkinci Dünya Savaşı sonrasında insanlığın en büyük vahşeti olarak hafızalara kazınan ‘’Srebrenitsa Soykırımı’’ bütün dünyanın gözü önünde gerçekleştirildi. Avrupa’nın göbeğinde yaşanan olayları yıllarca izleyen dünya ‘’sistematik bir soykırım’’ uygulanmasına sessiz kalmayı tercih etti. 1990’larda Yugoslavya’nın dağılma hadisesinde Sırplar, ‘’Büyük Sırbistan’’ hayaliyle hareket etmekteydi. Onlar Yugoslavya’nın parçalanmamasını hatta bir adım ileriye giderek buranın hayallerini süsleyen Büyük Sırbistan olmasını istediler. Bu hedefleri doğrultusunda da Müslümanlara karşı ‘’etnik temizlik’’ harekatına başlamaktan geri durmadılar. Giriştikleri etnik temizlik harekatında yaşananları bugün bile okumak, hatıraları dinlemek, görüntüleri izlemek insanın dayanabileceği şeyler değildir, demek mümkün.

Sovyetlerin dağılmasıyla birlikte dünyanın yeniden şekillenmesini bekleyen ve sistemin nasıl inşa edileceğine dair kendi içinde tartışma yaşayan Amerika ve Avrupa, kendi dışında kalan yerlerdeki olaylara karşı mesafeli kalmayı tercih ediyorlardı. İki kutuplu dünyanın yıkılmasıyla birlikte ‘’tek kutuplu anı’’ yaşayan Amerika bunun nasıl bir sonuç vereceğine dair net bir ön görüye sahip değildi. Böyle bir tablo da 1990’ların başında başlayan ve vahşetle devam eden Sırpların katliamlarına sessiz kalmayı tercih ettiler. Bill Clinton seçim döneminde bu coğrafyada ki katliamların son bulmasına dair vaatlerde bulunmuş olsa da seçimden sonra hem Amerika’nın iç siyaseti hem Avrupa’nın olanlara kulak tıkaması hem de Clinton’ın kendisini riske atmak istememesi 1995’te gerçekleşecek soykırıma kadar olayların izlenmesine sebep oldu. 

Üstelik savaşın ilk günlerinde Yugoslavya’ya dayatılan uluslararası silah ambargosu da Sırplara yardım niteliği taşıyordu. Çünkü komünist dönemde donatılmış Yugoslav ordusu Bosnalı Sırpların ihtiyaçlarını fazlasıyla karşılıyordu. Bunun karşısında Müslümanlar ise kendilerini koruyacak kadar bile bir silaha sahip değildiler. 

Birleşmiş Milletler Askerlerinin ‘’güvenli bölge’’ olarak belirledikleri bölgelerde Bosnalı Müslümanlara koruma sözü vermesi ve sonrasında yaşananlar içler acısıydı. Hollandalı Birleşmiş Milletler askerlerinin koruması altında ki Srebrenitsa’ya giren Sırp General Mladic’in kameralar karşısında söyledikleri zaten olacaklarında habercisiydi. ‘’Nihayet bu topraklarda Türklerden(bölge Müslümanları için kullanılan ifade) intikam alma zamanı geldi.’’ diyerek açıklama yapan Mladic vahşetlerinde sınır tanımayacağını bütün dünyaya duyurmaktan geri durmuyordu. Hollandalı askerleri hayatta kalmak için son bir umut olarak görmüş Müslüman halk göz göre göre ‘’ölüme’’ terk edilecekti. Üstelik Mladic’in karşısında elleri önünde bağlı bekleyen Hollandalı komutan Karremans’ın sonrasında Bosnalı Müslüman masumları Sırplara teslim ederken gülümsemesi ve içki kadehi tokuşturması da kurulan oyunun boyutunu gösterir niteliktedir.

İşte dünyanın böylesine kulağını tıkadığı bir soykırım karşısında Konya’nın rolüne değinmekte fayda var.  O dönemden itibaren başlayan ve hala devam eden Bosna-Konya ilişkileri sahiden önemlidir. Katliamların başladığı dönemde Türkiye’nin içerisinde bulunduğu siyasi tablo ve uluslararası tutumun karşısında konum alamama durumuna rağmen bölgeye çok kıymetli yardımların ulaştırıldığı söylenebilir. Bu yardımlar ve bölge ile ilgili çalışmalar kapsamında bugünlerde Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreterliğine getirilen ‘’Ercan Uslu’’ isminin ön plana çıktığını ifade etmeliyiz. Türkiye’nin o dönemde görünen tutumunun arkasında Konya’da toplanan yardımların bölgeye ulaştırıldığı bugün bilinmektedir. Ahmet Sorgun ve Halil Ürün’ün çalışmalarıyla birlikte Ercan Uslu’nun doğrudan sahada yoğun bir mücadele verdiği söylenebilir.  O dönemde kurulan sıkı bağların izlerini yıllardır aradaki ilişkiler çerçevesinde görmek mümkündür. Bugün dahi Bosna’dan gelen kıymetli birçok misafirin Ercan Bey tarafından misafir edildiği bilinmektedir. Bunun yanında Ercan Bey’in o dönemden itibaren yaptığı çalışmaların nişanı olarak ‘’Bosna Hersek Fahri Konsolosu’’ olduğunu belirtmek gerekmektedir. 

Savaşın hemen sonrasında Aliya İzzetbegoviç’in kendi yakın ekibindeki birçok ismi Konya’ya göndermesi ve ülkesinin geleceği için önemli gördüğü gençlerin Selçuk Üniversitesi’nde okutması bu bağların boyutunu gösterir niteliktedir. Aliya İzzetbegoviç sonrasında da Bakir İzzetbegoviç’in yine aynı şekilde Konya ile bağlarını güçlendirdiği bilinmektedir. Bakir İzzetbegoviç’in yakın çalışma ekibinde ki isimlerin birçoğunu yine Selçuk Üniversitesi’ne gönderdiği söylenebilir. 

Bunun yanında Konya’nın bir mahallesinin isminin ‘’Bosna Hersek’’ olarak seçilmesi de yadsınamaz bir öneme sahiptir. Üstelik 2001 yılının Nisan ayında Bilge Kral Aliya kendisi bir zat Konya’ya gelerek mahallenin tabelasını çakmıştır. 

Saraybosna ile kardeş şehir olan Konya’da bu kapsamda Kültür Park’ta ‘’Başçarşı Sebili’’ inşa edilmiştir. Bu inşa edilen sebil ile bağların daha da güçlendirilmesi hedeflenirken şehirlerin ruhunun da birlikteliğinin sağlanması düşünülmüştür. 

Konya’nın yeni tramvaylar almasıyla birlikte yine Ercan Bey’in girişimleri ile eski tramvayların Bosna’ya gönderilmesi de kıymetli bir projedir. Bosna sokaklarında gezen eski tramvayların ifade ettiği manevi anlam göz ardı edilemeyecek kadar büyüktür.

Yukarıda da bahsedildiği üzere daha savaş yıllarından başlayarak bugüne kadar Bosna ile sıkı bağlar kuran ve orada büyük emekler harcayıp, harcamaya devam eden isim ‘’Ercan Uslu’’dur. Kendisinin Boşnakça bildiğini ve Balkan topraklarından gelen herkesin onu bulduğunu buradan Bosna’ya gidenlerinde sokaklar da onun ismiyle rahatça gezebildiğini, araştırmalarım aşamasında birçok kişiden dinledim. 

Bugün ise Saray Bosna’da gidip bir zat kalmış ve yıllardır Bosna için çalışmaktan geri durmayan ‘’Evlad-ı Fatihan’’ projesinin mimarı Muhammed Sorgun’un bir genç olarak bu bağı miras aldığını söylemek mümkündür. Gençler arasında Bosna Hersek denince ilk akla gelen isimlerden bir tanesi olan Muhammed Sorgun, bu proje ile iki ülke arasında ki Sivil Toplum Kuruluşlarının bağını artırmayı hedeflemiştir. Eğer bu güçlü bağlar hep olmuş olsaydı ‘’Srebrenitsa’’ gibi yüreğimizi yakan acıların olma ihtimalinin daha zor olduğunu da söylemek gerekiyor. 

Son olarak ‘’Srebrenitsa Soykırımında’’ rahmeti Rahman’a kavuşanlara Allah rahmet diliyorum…