Türk futbolu endüstrileşme ile olan imtihanını kaybetmek üzere. Hoş daha önce de çok iyi sayılmazdı ya. Ancak en azından bu kadar antipatik değildi. Hem endüstriyel futbola ayak uyduramayıp hem de yerel değerleri mahvetmek tam bize göre bir talihsizlik. Futboldan başka branşın önemsenmediği, spor kültürünün oluşturulamadığı canım ülkem sözde futbol ile yatıp kalkıyor ama ne hikmetse tribünler boş. Nerden baksan tutarsızlık. Yeşil Beyaz Konya Dergisi Yazarı Uğur Buluş derginin 24. Sayısında ‘Sporumuzun seyirlik hali’ni yazdı…

Bu ülkede “spor” denilince akla ilk gelen branş elbette futbol. Harcanan onca kaynağa rağmen futbolda da ne kadar başarılı olduğumuz herkesin malumu. “Spor kültürü”müzün bu derece zayıf olmasını pek çok etkene bağlamak mümkünse de kanaatimizce bir numaralı etken yaygın medyanın spora yaklaşım tarzı en belirleyici faktör. 

Televizyonların siyah beyaz yayın yaptığı tek kanallı günleri hatırlayanlarımız olacaktır. Hatırlamayanlar için bir özet geçelim; Spor programları futbolla da başlasa, mazisinde şampiyonluk yaşamış takımlar makul sebeplerle öncelik de görse, maç özetleri puan cetvelindeki sıralamaya göre verilir, her maç hakkında taraf tutmadan eşit sürede yorumlarda bulunulurdu. Sonrada ikinci liglerden, üçüncü liglere, basketboldan voleybola, oradan güreş ligine, bisiklet yarışlarının sonuçlarına, hatta satranç ligi müsabakalarına kadar tüm branşlardan sonuçlar ve puan cetvelleri yayınlanırdı. O liglerde takımı olsun olmasın herkes için ilgiyle takip edilen bilgilerdi bunlar. O dönem yaşayan babaannelerimizin, dedelerimizin, artistik buz patinajına aşinalığının şimdiki gençlerden daha fazla olduğunu iddia edebilirim.

Konyalılar olarak, futbol ikinci liginde Etibank SAS’ın ve Ereğlispor’un durumunu merakla takip eder, Bisiklet liginde Şekerspor, TEK Meramspor ve Köy Hizmetlerspor’un, Kocaeli takımlarıyla olan amansız mücadelesini nefessiz izlerdik. Kombasan Konyaspor Basketbol ve Konya YSE Hentbol takımlarımız zaten gözbebeğimizdi. Maçlarında yer bulmak neredeyse imkânsızdı. Amatör futbol takımlarının maçları saha yetersizliğinden sadece 2 ve 3 no’lu sahalarda oynanır, ciddi bir seyirci topluluğu da o maçları ilgiyle izlerdi.

Sonrasında görsel medyada kanal sayısı çoğaldıkça, farklı branşlara gösterilen ilgi gittikçe azaldı. Sadece futbolu yorumlamak, çok daha kolay, derinlemesine bilgi gerektirmeyen, külfetsiz ve “reyting” getiren bir iş olmaya başladı. Hayatımıza yeni yeni giren “reyting” kavramı sporumuzun da katili olacaktı. Ülkenin sosyo-ekonomik olarak başkenti durumundaki İstanbul, kaçınılmaz olarak ulusal medyada da tekeli eline alınca, artık sadece İstanbul takımları üzerinden vakit öldürücü, fanatizmi körükleyici, Anadolu’yu tahkir eden, diğer spor dallarını emek kaybı ve hatta gereksiz gören bir yayın politikası hayatımıza egemen kılındı. 

Günümüz yaygın medyasının “spor kültürü” dediği ise, İstanbul takımlarının hâkimiyetini tahkim için Anadolu’ya ihraç ettiği sefil bir dayatmacadır. Dayatılan kültür, herhangi bir estetik değer vaat etmeyen kaba bir anlayıştır. Gücünü geniş kitlelerin katılımıyla korumayı başaran bu anlayış, desteklediği takımlar dışındaki dünyaya tamamen kapalı, korumacı, hatta sömürücü bir anlayıştır. Zihnen sömürdükleri yeni nesilleri bu anlayışa hızla entegre etmek, neredeyse en önemli misyonlarıdır.

Bunun neticesinde emek vermeden, tek damla ter akıtmadan kazanılan başarılara müptela olan, zaten zorluklarla dolu sosyal hayatında başka hayal kırıklıklarına tahammülü olmayan bir nesil peydah edildi. Başarı tanımımızın ağılıklı kısmını, her şartta kazanmak teşkil ettiği için, bunu vaat eden en kuvvetli seçenekler arkasında saf tutuldu. Güçlü olana itaatin, sorgulamadan güce teslim olmanın muhteşem konforu aklımızı başımızdan aldı. Güce teslimiyetimizin utancı, zayıfı eziklikle itham ederek kamufle edildi. Oysa bizler, daha güçsüz olduğu için Dünya Kupasında Almanya’ya karşı Cezayir’i, şampiyonluk şansı çok zayıf olduğu için Bayern Münih’e karşı Werder Bremen’i tutan nesillerdik.

  Bu aslında tam olarak toplumsal bir Stockholm sendromu, öyle ki yaşadığı şehrin takımı ile oynayan “büyük” takımlar adına, rakip takım tribünlerine yerleşip gerekirse en galiz küfürleri yapmakta dahi beis görmedik. Tam bir akıl tutulması. 

Bugün gelinen noktada, kadınlar voleybol ve erkekler basketbol gibi birkaç istisna dışında tüm spor dallarına kayıtsız davranan bir nesil var. Ata sporumuz olduğu için övündüğümüz güreş müsabakalarını Dünya Şampiyonası düzeyinde dahi takip etmeyi bırakmış durumdayız. Öyle ki Atletizm milli takımımızda Türk sporcu bulmak, Kaf dağınının ardında Ejderha yumurtası aramak gibi fantezi haline dönüşmüş durumunda.

Sonunda futbol dışındaki spor branşlarında, artık sporcu yakınları dışında seyirci bulmak neredeyse imkânsız halde. Peki, futbolda durum nedir? Aşağıdaki tabloda en fazla seyirci ortalaması olan ligler yer almakta. 


Listenin ilk sıralarındaki futbolun lokomotif liglerine itirazımız olmasa da, Rusya, Ukrayna, Japonya Avustralya, İsviçre v.s. gibi futbolun 1 numaralı spor bile olmadığı ülkelerin ardında kalmak son derece düşündürücü. Tüm kaynaklarını futbola sarf eden Dünyanın 6.büyük futbol ekonomisi olarak 19.sırayı kabul etmek imkânsız. 

Spor tesislerimizin sayısı ve konforu gün geçtikçe artarken istisnasız tüm branşlar gibi futbolda da yaşanan seyirci sayısındaki bu gerilemede; e-bilet uygulaması, sporda şiddet, rekabetin tabana yayılamaması, takımlar arasında adalet duygusunun zarar görmesi gibi birkaç faktör daha sayılabilir. Bu faktörleri de tetikleyen 1 numaralı sebep yine yanlı yayın politikası ile vasıfsız insanlara spor yayıncılığı yaptıran yaygın spor medyasıdır.

Bu sezon ligde 4 İstanbul takımının kıran kırana şampiyonluk yarışı vermesinden dolayı, ligimizin marka değerinin arttığını ve heyecanın üst düzeyde yaşandığını iddia edenler, acaba şampiyonluk yarışında 4 tane Anadolu takımı olsaydı ne düşünürlerdi? 

Cevap basit; futbolumuzun dibe vurduğunu, acilen önlem alınması gerektiğini öne süren, şampiyonluk mücadelesi veren Anadolu takımlarını aşağıya çekmeye çalışan bir yayın politikasını izlemeleri şaşırtıcı olmazdı şüphesiz. Tıpkı birkaç hafta önce Fenerbahçe-Beşiktaş arasında oynanan Türkiye Kupası yarı finalinde yaşanan akıl almaz saha olaylarını basitleştirici, olayları farklı kaynaklara tahvil edici yayın yapanların, Süper Kupa’da şampiyon olan Konyaspor’u alaşağı etmek için, finalde yaşanan ve önceki örneklerine nispetle masum sayılabilecek olayları abartmak adına fazla mesai yapmaları, olayları futbol terörü gibi göstermek için olağanüstü çaba göstermeleri gibi.

Aklımız erdiğince, basit bir tahlilini yapmaya çalıştığımız bu sorunun çözümü ise, yaygın medyanın spordaki hegemonyasını yıkabilmek adına çok da önemsenmeyen yerel medyanın gücünü arttırması için bireysel olarak çabalamaktan geçiyor. Her ay birkaç gönüllünün büyük emekler vererek, insanların Konya Spor’unun ayrımında olabilmesi adına çalıştığı elinizde tuttuğunuz dergi gibi örneklerin çoğalması en büyük dileğimiz. Lig ayrımı gözetmeden şehrinin takımlarına sahip çıkan insanların olduğu bir ülkede, diğer tüm spor dallarındaki seyirci sayısında da olumlu gelişmeler olacağı aşikar. 

Sosyal Medya’nın kült Konyaspor sayfalarından birisi olan Konyaspor Afrika hesabının sabit twiti’nde yazdığı gibi ; “Niye sadece Konyaspor’lusun diye sordu bir arkadaş. Baba tarafından Hacı Fettah’lı, ana tarafından Meram Dere’liyim. Kimi tutayım? Osasuna’yı mı?”