Son günlerde Fransa’nın Ermeni Soykırım yalanı kapsamında 24 Nisan’ı sözde ‘’Anma Günü’’ ilan etmesiyle tekrardan gündemimize oturan sözde soykırım iddialarına farklı bir açıdan değineceğiz. Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Başbakan Edouard Philippe’in imzalarıyla yayınlanan kararda 29 Ocak 2001 tarihi itibariyle sözde soykırımı Fransa’nın tanıdığını ve artık 24 Nisan’ın anma günü olarak ilan edildiğini beyan ettiler. Üstelik o tarihlerde Ermenistan Başbakan’ın, Fransa’da bulunuyor olması da sahiden dikkat çekiciydi. Bu  karar sonrasında Antalya’da gerçekleştiren NATO toplantısında, Tunus kökenli bir parlamentere karşı Dışişleri Bakanımız Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun vermiş olduğu cevap ve bu konuşmada yaptığı açıklamalar ziyadesiyle önemlidir. Çavuşoğlu’nun vermiş olduğu cevapla, Fransa’nın kendi karanlık tarihine bakması gerektiği vurgusu aslında bizim için üzerinde durulması gereken bir çıkış olarak gözükmektedir.

Üstelik bu hadisenin araştırılması noktasında Türkiye’nin yıllardan beri süregelen talepleri doğrultusunda vurgularda göz ardı edilemez. Türkiye’nin elinde bulunan kaynakları ve belgeleri açma noktasında ki iradesi ve konunun uzman tarihçileri tarafından irdelenmesi gerektiği beyanı, bu konuda ki özgüveninin göstergesidir. Ancak buna yaklaşmayan diğer tarafların tutumu ise bu yalan iddialar çerçevesinde geçmişten gelen kimi kötü niyetlerinin yansımasından ibarettir. Öyle ki bunun da ötesinde yukarıdan bakan bir tavırla bu konu üzerinden Türkiye’ye ayar verme niyetlerinin de uzantısı olarak bunu görmek mümkündür. 

Bu hadiseler kapsamında pekte üzerinde durulmayan ve yeterli araştırmanın bulunmadığını fark ettiğim, olaylar sonrasında kalan çocukların durumuna bakacağız. Hem II.Abdülhamid döneminde yaşanan 1895-1896 Müslüman-Ermeni olayları, hem 1909 Adana Ermeni hadiseleri, hem de 1915 Ermeni tehciri sırasında ve sonrasında geride kalan Ermeni Yetimleri konusu aslında ziyadesiyle önemlidir. Birçok belge de bu çocuklardan bahsedilirken ‘’evlad-ı vatan’’ olarak adlandırılmaları bu hususta gösterilen hassasiyetin kanıtı niteliğindedir. Üstelik, Ermeni Yetimler için tahsil edilen milyonlarca kuruş ödenek, onlar için açılan onlarca yetimhane ile beraber düşündüğümüzde devletin Ermeni yetimlerini Müslüman yetimlerden ayırmadığını, onların bakımı, beslenmesi ve eğitimi için elinden geleni yaptığını anlamamız zor olmayacaktır. 

Kazım Karabekir’in hatıratlarında bulunan kimi noktalarda ve özellikle kızının söylediklerine bakınca bu konuda ki tutumumuzun ne kadar hassas olduğunu görüyoruz. ‘’Ermeni Yetimlerin Babası’’ olarak da adlandırılan Kazım Karabekir’in ‘’çocuk kutsaldır’’ diye not düşerek Ermeni çocuklarını Türk yetimlerden ayırarak, onların dilini, dini ve öz benliğini kaybetmesine engel olduğunu fark etmekteyiz. 

Öte yandan devletin bu konuda çok ince bir politika güttüğünü de görüyoruz. Özellikle Cemal Paşa’nın Adana, Şam, Halep ve Beyrut’ta açtırdığı yetimhaneler ile onların hayatını kurtarmak ve yetişmelerini sağlamak için verdiği mücadele hiçte kolay değildir. 

Devletin yetişemediği noktalarda kimi ailelerin yanına verilen çocukların da kayıt altına alınması onların sonraki dönemlerde, ait oldukları cemaat ya da aile yakınına teslimi için atılan bir adımdır. Bu durumda ailelerin yanına yerleştirilen çocukların bile bir asimilasyon politikasına maruz kalmaması hususunda ki hassasiyetin bir göstergesidir. 

Bir dönem çocukların asimilasyona tabii tutulduğu iddiaları ise belgeler ile kolaylıkla çürütülebilmektedir. Hükümet birçok belgede görüldüğü üzere, yetimhaneler ve evlerde bulunan çocukların talep olması halinde ait oldukları cemaate ve aile yakınlarına teslim edilmesi için sürekli talimat vermiştir. 

Ayrıca savaşın ortasında kalmış çocuklara hem devlet hem de bir zat savaşlar tarafından sahip çıkılması durumu yukarıda da bahsedilen soykırım iddiaları yalanını çürütür niteliktedir. Çocukların kutsallığı ve savaşın dışında tutulması hassasiyetiyle, asimilasyona dahi müsaade edilmeyecek şekilde korunması göz ardı edilemeyecek kadar kıymetlidir.