Demli çayı yudumluyorken, ormana bakan pencereden yeşilliklerinincanlılığı içimi huzurla kapladığı bir anda, bu huzura ortak olmak isteyen nice insanlar vardır, diye düşündüğüm çok olmuştur.

Bu anı dostlarımla paylaşmak istediğim kadar, kendi dostluğumla muhabbete daldığım anlar olduğunu gördüm.  O anları, sonradan en keyifli zamanlarım arasında anmak, tekrar o ve benzeri anlara dönme özlemini içimde duymuşumdur.

Şöyle çam ormanın arasındaki, defne ve sandal ağaçlarının yoğunlaştığı yeşilliklerin bitiminde,yamaca doğru yükselen kayalıklarda dikkatimi çeken,  bir ceylan siluetine benzeyen taşa gözlerimin takıldığı anı hatırlıyorum. Sonra arkadaşlarımla çocukken ormanda bağıra bağıra çalıştığım tarih derslerini, yeniden yaşarken birden eşimin yemek hazır sesiyle pencerede olduğumu fark ediveriyorum.

İnsan ruhu demek böyle bedenden ayrılıp geçmiş zamanlara gidip,  eski günlerini yaşayabiliyor.

Tıpkı o zaman ve mekânın sıcaklığını ve samimiyetini yaşayarak.

Sizlerde de böyle anlar olmuştur.

Anı bırakıp, ruhlarımız başka zamanlara ve mekânlara o anın kapısından sıvışıverip gitmiştir.

Üstelik irade abidesi sandığımız benliğimiz, bunu fark etmemiştir,  bile.

Bu yolculukların bir kısmı canımızı, acıtan anların zamanıdır, bazen de bir daha dönmek istemediğimiz anıların bütün benliğimizi sardığı anlardır.

Sizlerde de olmuştur muhakkak, bu ana dönüğümüz anda, geldiğimiz anın gerçekliği ruhumuzda sıcaklığını fazla hissettirir.

Tıpkı rüyayı gerçek, uyandığımız anı, rüya sandığımız anlar gibi.

Ama gerçek,  olduğumuz ana dönmüşüzdür.

Böyle durumlar derste hocayı dinlerken dalıp gittiğimiz anlar, birisi konuşurken ruhumuzunkopup başka düşüncelerle meşgul olamaya başladığı, karşımızdakini hiç duymadığımız anlar gibi.

Ya da dalgıçlarda görülen derinlik sarhoşluğu misali,  denizde daldığını unutup, başka dünyalarda yaşadığını düşlerken, sudan çıkamama hali gibi de insanın kendinden koptuğu anlar var. Elbette busarhoşluk, derinlerde, yüksek basınçta insanın direncinin zayıflamasının sonucu ama bir tür ruhun gerçek andan uzaklaşma hali. Eğer gerekli tedbirler alınmadı ise, mesela yanında olması gereken yoldaşı yok ise; dönüşü olmayan bir uzaklaşma hali.

Son yirmi beş yılda, insanlık yaşamını hızla etkisi altına alan, sosyal medya, insan ruhunu ve benliğini çok farklı boyutlara taşıyor.

Tıpkı lacivert derinliklerin cazibesi,   yüksek basınç ve derinliklerin yeryüzü koşullarından farklı bir uzayda bizi etkisi altına alması gibi.

İnsan ruhunu, iradesinden yavaş yavaş uzaklaştırıyor.

İnsanların en değerli vakitlerini hiç beklemedikleri anda, hiç hayal edemeyecekleri cazibe noktaları ile kendi alanlarına yoğunlaştırabiliyor.

Elbette, kaybolmuş ilişkiler canlanıyor, çok farklı iletişimlerin kurulmasına aracılık ediyor, üstelik dünyayı sosyal medya mahallesine çevirerek.

Ama bir yerde durmuyor. Durmayacak.

Bizleri irademizin kontrolünden alıp, kendi kontrolüne hızla geçirecek.

Sosyal medyanın dayanılmaz cazibesi altında benliğimiz ve ruhumuzun sarhoşluğuna kapılarak, gerçekliğin mekânını her gün daha çok şaşırıyoruz.

Gidişat; sosyal medya aracı ile hiç olmadığı kadar iletişim kuracağız, hiç olmadığımız kadar bilgiye ulaşacağız ve hiç olmadığı gibi sanal bir gerçeklik içerisinde kendimizi kaybedeceğiz.

‘’İnsan önce kendisi olmalı, kendini tanımalı’’ cümlesi belki, hiç olmadığı kadar basit kalacak.

Ve bir gün bir merkezden yönetilen insanlık bilinci, belki de kendi bedenine tamamen yabancılaşacak.

Bence işte burada sosyal medya ile iletişim kurma, bilinçli bir şekilde sosyal medya kullanıcısı olmak için; kullanıcıların bilincini daha ilkokul çağından itibaren eğitmeliyiz. Bilinçli kullanıcılar haline gelmeliyiz. Diye düşünüyorum.

İşte o zaman sosyal medya;  bizim kişisel yayın yaptığımız; gazetemiz, televizyonumuz olarak; becerimiz, bilgimiz,  bilinç düzeyimizle etki alanımızı arttırdığımız, etkili bir yaşam aracımız olacaktır.

O zaman insanın hizmetine girmiş, bilgi kaynağı, iletişim çevresi, kişinin sahip olduğu değerlerle etki alanı olarak sosyal medya, insanın kendini her an yeniden tanımlayabileceği bir yer haline getirebilir.

Yani insan kendi iradesini kontrol edebilen bir birey olabilirse, istediği andan,  kendine dönebilir.

Kendi sınırları arasındaki özgür bir varlık olarak yaşam içerisindeki saygın konumunu koruyabilir, geliştirebilir.

Eğer insan bilinçli varlık olarak, kendi iradesi ile bir çay demleyip, ya da ikram edilen demli çay ile pencereden çam ormanlarını ve kayalıkları izlerken,  bulutlarla ruhunu gezdirirken, tekrar bedenine dönüp, sosyal medyadan Everest tepesine tırmanan bir tanımadığı bir dağcının selfisinde özgürlüğünü paylaşabilir.

Kanada başbakanının tweet’ine cevap verebilir, Güney Afrikalı bir balıkçının ağındaki kısmete birlikte seviniriz.

Yeter ki bilincimizi kimseye teslim etmeyelim. İrademiz kullanma becerimizi geliştirelim.

Belki kendi içimizdeki biz ile kaynaşır, önce onunla gerçekten tanışır, ruhsal ve bedensel sırlarımızı fark etmenin ayrıcalığını yaşarız.

Öyle kisanki Asya’nın steplerinde atıyla bütünleşmiş delikanlının özgüveninde,  ruhunun yelelerinden tutmuş istediği yere gidebilen bir varlık oluruz. Kimseye benzemeden,  kimsenin kontrolüne girmeden.

İşte o zaman demli bir çay koyalım. Şöyle berrak. Tadı damağınızdan hiç ayrılmamacasına.

Çay kana karışıp, keyfini ilklerimize kadar hissederken, demlenmiş bir ömrün penceresinden yaşamı seyretmenin tadına doyum olmaz.

Ruhun yelelerinden tutup, kâh okyanusun derinliklerine dalma misali, zamanın derinliklerinde tecrübe incileri derleriz, musibetlerden yeni yaşamlar üretmek için.

Kâh tepelerin zirvesinden,  geleceğin ufuklarına,  kanatlar çırparız, kendimize yeni rotalar çizmek için. 

Ya da anı yakalamış biri olarak, an kapısından girip, akıp giden yaşam ırmağına kendimizden hoş sedalar bırakırız, yaşamla uyumlu bir ömürden.