Tozlu sandıklarda saklandı uzun yıllar bir ömür; birkaç yaşam boyu. -Bir ömre kaç yaşam sığar başka bir yazının konusu-Önce sandığın tozunu üfledi sonra içinden itina ile çıkardığı hatıra defterinin. İlk sayfa, ilk satır… Sevdanın tanımıyla başlıyordu. İrdelediği bir konunun tanımına bakardı evvel emirde.

Eski bir alışkanlık… 

Sevda; Güçlü sevgi, A Ş K: “Ne şair yaş döker, ne âşık ağlar/ Tarihe karıştı eski sevdalar.”F.N.Çamlıbel.

2.Aşırı ve güçlü tutku; istek…

Bu kez mesele irdelemeyi biraz aşmıştı hatta bildiğin kazana düşmüştü… 

Şimdi düşünüyor da galiba bir hoş oluyormuş sevdanın toylukta çekileni. Bir ömre birkaç hayat; bir ömre birkaç sevda… İlkyaz sevdaları haşin,  hop oturtup hop kaldırıcı; çünkü sevgili de oynak yürek gibi handiyse… Yaz- güz sevdaları oturaklı, tumturaklı dahası sabitkadem, kolay kolay sökülesi değil yerinden… Sökülmek deyince sevdanın kök salmışına aşk demişler doğuda, hoş sevda da doğulu ya sonuçta; batı zannımca biraz kısır kalmış bu konuyu isimlendirmede. Baktığınızda birine sevdalanmakla ilgili birbirinden topluiğne ucu kadar ayrılan yığınla kelime var dağarcığımızda. Sevgi, sevdalanma, aşk, gönül verme, bağlanma, gönlü kayma, abayı yakma, kapılma… Hemen akla gelen birkaç örnek. 

Bir de bu işin “ağır ağabeyleri” Divan şairleri var ki kullandıkları ve de kazandırdıkları onlarca terkibi ve kelimeyi tek tek zikredecek olsak ne yer yeter ne zaman.

Nereden nereye geldin be hey gafil! Yaşlandıkça yaşanmışlıktan müteşekkil film şeridi uzuyor her halde ki daldığın yerden getirebilene aşk olsun.

İnsanlığı başından beri en çok meşgul eden hadiselerden biri, bekli de birincisi. İkincisine siz ölüm deyin ben ayrılık… Fakiri de sabahtan beri meşgul etmedi mi?

Ne için çıkmıştın çatıya ah bir hatırlasan! 

Sersem kafa! Kırk yıl öncesini tören şiiri gibi okursun lakin beş dakika öncesi yok. Senin kafa gibi burayı da tümden örümcek ağı kaplamış. 

Şu ayaklı saati de bir ara indirip tamir etmeli, artık üretilmiyor böylesi. Üşüdüm yahu dışarıda ayaz mı çıktı ne? Niye çıktığımı da hatırlayamadım; iyi ki hatun yok, olsa demediğini bırakmazdı. Ne yapayım işte yaşlandım, unutuyorum; gençlikteki gibi kalmıyor hiçbir şey. Köşede garip garipbekleşen, kırık dökük saksılara da papatya tohumu saçmalı, hatun sever; en son ziyaretine giderken götürdüklerim solmaya yüz tutmuştur artık.

Eyvah! Ne yer, ne yâr kaldı,

Gönlüm dolu âh ü zâr kaldı.

Şimdi buradaydı, gitti elden 

Gitti ebede gelip ezelden.

Ben gittim, o hâksâr kaldı,

Bir gûşedetârumâr kaldı;

Bâkî o enîs-i dilden, eyvâh!

Beyrut’ta bir mezâr kaldı.

AbdülhakHamid  merhum ne de güzel demişsin ruhun şad olsun…