Bir hüzün vurdu yine taa içimde ki denizlere… Ne vuruştu ama… İçimdeki bütün duygularımı umursamadan sağa sola savurdu. Hırpalanan, kanayan duygularım bir üzüntüyle çöktü kıyıma…

Gecenin sessizliği ve beliriveren onlarca hayaller… Bütün bir günün sonunda geceyi bekleyen bir muhakeme... Her duygunun diğerini şikâyet etmesi ve hep birbirlerinin önüne geçmek için uğraşmaları…

Gece gece bu yarış da neyin nesi?

Her notanın bir öncekinden daha kararla ve azimle sesini dinleyiciye duyurmak istemesi gibi…

İçimde tarif edemediğim bu sessiz gürültünün neyi kanıtlamaya çalıştığını anlayamıyorum. Ya ben bunları duymamak için kendimi sağır etmek için çabalıyorum ya da bu sesler haddinden fazla münakaşa etmeye başladı.

Her duygu ayrı telden çalıyor içimde…

Aynı anda bütün duyguları bir arada yaşamak da başka bir çelişki...

Bazen böyle olur değil mi? Ne istediğini bilmeden yola çıkarsın. Her duygu başka bir tarafa çekiştirir seni. Her nota farklı anlamlar barındırır içinde… Bayramda sualleri bitmeyen teyzeler gibi oluverirler. Hangisine nasıl açıklama yapacağını şaşırırsın…

Dışarıdan baksan, sessizlik hâkimdir geceye… Ama bu sessiz gürültüde ne? Kafam, olduğundan karışık bu gece… Ama neden, niçin böyle olduğuna anlam veremiyorum. Bir şeyler haddini aşıyor ve beni bunaltıyor…

Dur deme zamanı geldi de geçiyor…

Var olmuş olayları zamanın eskitemediği şu hayatta, meydan okuyor duygular ilk günkü halini korumaya… Seneler geçse bile tazeliğini kaybetmeyen duyguları anlayamıyoruz. Soyut bir şeyin bütün hayatımızı eline geçirip, bizi oradan oraya sürükleyip bir kukla gibi oynatması ne garip?..

Sevda rıhtımına yanaşan her gemi içinden birkaç yolcusunu bırakıyor gönül kıyımıza… Sol yanımıza kalıcı olarak yerleşen bu duygular, yatılı bir seferberliğe hazırlıyorlar kendilerini… Bütün hayatımızı ele geçiriyorlar. Bunun olmasını birazda biz istiyoruz sanırım. Gönül kalemize beyaz bir bayrak asıyoruz duyguları görünce… Sonra olan oluyor işte… Teslim oluyoruz her şeye…

Düşman mı demeli, yoksa dost mu? Duygular bazen yerden yere vuruyor, bütün hayatımızı işgal ediyor. Bazen ise yüzümüzde tebessüm güneşinin doğmasını sağlıyor.

İlk başlarda ne için, neden geldikleri muamma oluyor. Sonralarda belli ediyorlar renklerini… Ya hayatımızı karartıyorlar ya da rengârenk bir bahçeye çeviriyorlar.

Cesaretine esir oluyor sol yanımız… Bırakıyor kendini bir uçurum kenarından bilinmezliğe… Kurtulmak veya yok olmak arasına… Bir poyrazın koynunda, kendini oradan oraya savuruyor. Oysa samyeli varken, karayele sığınıyor. Bu anlamsız çelişki de niye?

Anlam verilemeyen onca şey, zaman geliyor aynı tazeliğiyle hayatımıza dokunuyor. Geçmişte yaşanan güzellikler an geliyor bugünümüze bir güneş gibi doğuyor. Işınları anlam katıyor gelecekteki mutlu günlere… Şaşkınlık doğursa da mazinin bugüne yansıması, her ihtimale rağmen yüreğimiz anaçlıkla kucak açıyor duyguların her birine…

Kaderin karşımıza daha neler çıkaracağı belli değil. “Tamam, bu yolun sonu, çıkmaz sokakta kaldım.” dediğin anda, sonu görünmez bir yola daha adım atmış olabiliyorsun.

Nasipten öte yol yoktur. Bakalım gönül hazinemizde daha ne nasibimiz var.