Şehirler günlük hayatımızın ve medeniyetimizin belirleyici unsurlarının başında yer almaktadır. Şehrin imarı aynı zamanda siyasetin, ekonominin, sosyal ilişkilerin, sanatın, edebiyatın ve felsefenin şekillenişi anlamına gelmektedir. Bunlar üzerine kurulan ve bunlardan beslenen şehir yapıları aynı zamanda imar ve inşa sürecinde bütün bunları da yeniden şekillendirmektedir. Medeniyetin varlığı şehirlerin varlığından bağımsız okunamayacaktır. Bilinç süreci ve algı dünyasının belirlenmesi şehir olgusunun dışında düşünülemez. Anlam değer dünyanın varoluşunun dış etkilerinin oluşumunda ‘’Şehir’’ kavramı büyük önem arz etmektedir. 

Modern sistem ve kapitalist ilişkiler çerçevesinde ‘’kentleşme’’ olgusunun hızla hayatımıza etki etmesi ve hayatın merkezinde kendisine bir alan oluşturduğu söylenebilir. Bu ilişkiler çerçevesinde hızla kentleşen bir toplumun sistem içerisinde yer edinme çabaları yeni bir yaşam şeklini var etmiştir. Bu yaşam şekli ve toplumsal ilişkiler beraberinde kontrol dışı kimi sosyal problemleri de getirmiştir. Doğduğu çevrenin öğretilerinin kimlik inşasının dışında olan bu kentleşme kavramı, aslında bunalımın ve anlamlandırma sürecinde ki daralmanın temelini teşkil etmektedir. 

Mekan anlamında bir ayrımın bugünün dünyasında pek karşılığı kalmamıştır. Taşra diye adlandırılan ‘’şey’’in artık bir mekan ile ifade edilmesi ziyadesiyle güç gözükmektedir. Kentin dışında, kenti eleştirirken, kente öykünen bir mekanın post modern dönemde neresi olduğu sorusuna cevap verilmesi güçtür. Üstelik mekan olarak önceleri ifade edilen ‘’taşra’’nın da bugün kentten bağımsız tanımlanması mümkün değildir. Kent artık içerisinde taşrayı barındırırken, taşra da kente atfedilen özelliklere bünyesinde yer vermektedir. 

Böyle bir tablo da  zihniyet bağlamında, bunu ayırma yöntemi belki mümkün olabilir. Taşra da kentli bilinci ya da kimliği olabilecekken kentte de bir taşra zihniyeti ya da kimliğinden bahsedebilir. Post modern dönemin yerel kodlara ve tekil özelliklere imkan sağlamasının bir uzantısı olarak da bunu değerlendirmek yanlış olmayacaktır. 

Yine modern dönemle başlayan ve özellikle kent kavramının güçlenmesiyle hızlanan şekilde ‘’kent planlaması’’ ön plana çıkmıştır. İnsanın mekanı, günlük ilişkileri ve ihtiyaçları bağlamında imar ya da inşa etmesine imkan vermeyen bu yöntem aslında tepeden bir müdahaleye denk düşmektedir. Üstelik modern düşüncenin standartlaşma hikayesinden de gayrı düşünülemez. 

Öyleyse bu kargaşanın karşısında nasıl konum almalıyız? Gözüken o ki, öncelikle yukarıda kasıtlı şekilde ayrı kullanılan ‘’şehir’’ ve ‘’kent’’ kavramlarının doğru anlaşılması gerekmektedir. Tarihsel anlamda kendi medeniyetimizin temelini ifade eden ‘’şehir’’ kavramına karşı, modern düşüncenin ve kapitalist ilişkilerin ortaya çıkardığı ‘’kenti’’ ayırmakta fayda var. Şehrin doğasının ve yarattığı toplumsal ilişkilerin yeniden irdelenmesi elzemdir. Aksi halde kendi medeniyet iddialarımızdan bahsetmek gerçekçi olmayacaktır. 

Medeniyetimize katkıları ve kendine özgü yapısı ile tarihsel anlamda kadim bir geçmişe sahip ‘’Konya’’nın da burada önemli olduğunu ifade etmeliyiz. Kendi felsefesi, dokusu ve hayat akışı olan şehrimizin bu bağlamda yeniden okunması gerekmektedir. Dingin ve sakin bir hayatın ötesine geçen ve artık hızla sisteme dahil olan Konya’nın geleceği kendi şehir deneyimiyle değerlendirilmeye ihtiyaç duymaktadır. Bölgesel asayiş problemlerinden kentsel(!) dönüşüme, yeni alışveriş merkezlerinden otellere kadar bütün ‘’yeni’’lerin ne doğuracağı iyi hesaplanmak durumundadır. Mimariden yeni turistik bölgelere kadar her atılan adımın gelecek on yıllar projeksiyonunda planlanması önemli bir ihtiyaç olarak görülebilir. 

Üstelik Konya’nın en azından bilinen on yıllardır devam eden kendi okuma grupları ve kendisine özgü düşünür sınıfının olduğu da rahatlıkla söylenebilir. Sivil toplum anlamında hiçte azımsanmayacak bir büyüklüğe sahip olan şehrimizin bu alanlarda birçok şeyi dert edindiği görülmektedir. Bu durum bir geleneği aktarmak ve devamlılığın sağlanması adına büyük bir fırsatı da ifade etmektedir. 

Ancak dağınık bir yapı da bulunan bu tablonun şehrin imarı, inşası ve yönetimi adına belli bir noktaya kanalize edilmesi önemlidir. Konya’nın kültürel mirası, sorunları, tanıtılması ve geleneğinin aktarılması adına bir ‘’Düşünce Akademisi’’ ya da ‘’Düşünce Merkezi’’ kurulması güzel olacaktır. Sivil düşüncenin devam ettirildiği, şehri tanıyan yetişmiş kişilerin çalışmaları için finanse edildiği bir yapının oluşturulması hızla büyüyen Konya için kıymetli olacaktır. Bir merkezde toplanabilecek bu yapının birçok alanda uzun projeksiyonlu proje üretmesi mümkün olabilir. Konya Büyükşehir Belediyesi’nin düşük bir bütçe ayrımıyla bunu yapması fikri çokta hayali olmasa gerek. Yalnız bürokrasinin içine gömülmeden ve sivil düşünceye engel olmadan yapılması gerektiği unutulmamalıdır.

Son olarak Başkan Uğur İbrahim Altay’ın Konya’nın sorunlarını, Türkiye bağlamında okuma eğilimi de kıymetlidir. Öyle ki, bu şekilde planlanmış bir merkezde yukarıda da bahsedildiği üzere birçok konuya dokunulabileceği gibi şehrin ekonomik yapısı üzerine de çalışılabilir. Özellikle gençlerin ‘’şehir ekonomisi’’ anlamında beslenmesi, bilgilenmesi ve gelecek planlaması sağlanabilir.