Gece yarısını geçeli çok vakit olmuştu. Yeryüzüne değil, insanlığın kalbine damla damla yağıyordu hüzün… Vicdanına kulak asmayanlar bu olaydan bihaber yaşıyordu hayatı… Şeb, olabildiğince karanlık, umutsuzluk kol geziyordu.

Katre-i baran gönlüne kapatmıştı kendini… Yüreği adeta bir yanardağ olmuş, günlerce aksa dinmeyecek bir lavın od’unu taşıyordu. 

Katre-i baranın en sevgilisi olan kalemi elinden alınmıştı. Ve ondan roman yazması isteniyordu. Sevdiği olmadığında nasıl yazabilirdi ki? 

Sessizlik bu sefer en çetin kış günlerinden daha soğuktu. Düşünceler karşısına kale gibi duvar örmüş, umut ile hayallere bakmasına engel oluyordu. Her şey sanki Arap saçına dönmüş, çözülmesi imkânsız olaylar silsilesi birbiri ardına sıralanıyordu.

İşte tam da böyle bir gün…Katre-i baran hüzün ağlıyordu. Zaman sanki durmuş, iliklerine kadar acıyı hissetmesini istiyordu. Kimsenin onu anlamayacağı ortada… Dünyanın bütün yükü sanki sadece onun omuzlarına yüklenmiş, mecburiyet yakasını bırakmıyordu.

Gökyüzünden damla damla yağıp yeryüzü ile bütünleştikten sonra uzun bir uykuya dalmak istiyorum. Toprak, insanlardan çok sahiplenir, sever miydi (beni) katre-i baranı?

Uyandığımda ise, televizyonda bugsbanny açık, bu zamana kadar yaşadıklarımın rüya vesekiz yaşımda olduğumu bilmek; o sevimli tavşanın havucunu kemirerek bana dönüp, “n’abercınım” dediğini duymak isterdim.  Cedric’in“sekiz yaşındaysanız, hayat gerçekten çok güzel” sözü gelip içime kocaman bir mutluluğu misafir ediverseydi…  

Sanırım sevinçten elimde bir şişe su ile koşa koşa dışarı çıkıp, hemen çamur kararak hayatımı yeniden inşa etmek isterdim. Hey gidi hayaller… Bir yanım halâ çocuk ve geçmiş buram buram burnumda tütüyor.

Fakat asıl bu bir hülya işte… Hiçbir zaman gerçekleşemeyecek! Ne zaman ki birbiri ardına sıra olup omuzlarımızdan tutmayı, hepbir ağızdan aynı kelimeleri seslendirmeyi bıraktık; o vakitten beri birbirimizi sırtımızdan vurmaya başladık. 

Gönlümde kendime bile cevap veremeyeceğim sorular var. Ve katre-i baran yine sert bir rüzgârla savruluyor. 

Kim bilir poyraz dindiği zaman kendimi nerede bulacağım. Belki bir hüzün dağının en tepesinde yalnızlık ile koyun koyuna, belki de bir günebakan tarlasının ortasında çehremi umut dolu güneşe çevirip bakarak…

Hayatın sağı solu belli olmuyor. Kim bilir hangihengâmenin içine başımızı deve kuşu gibi gömüp çıkaramadığımızdanbunlar… Ya da elimizdeki atarilerin yerini telefonların almasından kaynaklı… 

Ve işte katre-i baran kendi vatanında mülteci oldu.Şeb-i Yelda’ya sığınıyor. 

Acı, sıkıntı ile geçen uzun bir gecede kalemimin karası ile bir iki kelam etmekle meşgulüm. Kendime dahi cevaplayamayacağım bir sürü sorunun hücumundan galip ayrılmak için çabalıyorum. Onlar mı beni esir alır yahut ben mi onların geri çekilmesini sağlarım, bilinmez!

Tek istediğim huzur dolu, refah günlerin hayatın anı yapraklarında daha çok yer alması… Allah gönlümüzdeki duaları yaşamayı nasip etsin. Selam ve dua ile…