Bir zamanlar boyumu aşan, şimdilerde bir dağ kadar büyük oldu gönlümün bahçesi… Etrafını çevreleyen görkemli duvarlarının üzerinde olsam ve sallasam ayaklarımı boşluğa doğru… Yüzümle ruhum eş zamanlı hayata karşı kıkırdasa…

Varı varlık eden de sensin. Yoku yokluk eden de… Mânâ denizinde madde yüze vurdu. Mutluluğun şifresi… Kimin layıkıyla hayat yaşadığından bihaber, sen nasıl olsa gülüşünle layık olana bir buse kondurursun. 

Sev! Ağlamaktan gözünün altında beliren morlukları da, umudunu biçmeye çalışanların salladığı baltaları da… Sev! Bugün sevmekten yeniden doğ. Bir ben var benden içeri, dilime yarım yamalak mandallanan ezgi gibi aşka hasret…

Yanındayken hasret kalmak nedir bilir misin? Secdelere kapanıp kendine saye (gölge) ettiğin duanın kelamını üzerine örtüp, gecenin bir yarısı hıçkırıklara boğulmayı?..

Yeşersin umutlar aşk mevsiminin vurduğu sinemde… Gül kokusu yayılan bahçelerden türüm türüm kokun tütsün sevdam. Denizler coşsun akşamüzeri batan güneşin inadına… Alabildiğince demlensin süveyda aşk dolu yüreklerde…

Şimdi diyorum ki; ertelenmiş ne varsa şuan, tam da şimdi yaşama vakti. Bekletmeye gelmez ki şu iki bacaklıyı… Duraklatmaya çalışırsan bir kuş misali pır diye kanatlanıverir zaman. Ne olduğunu bile anlamadan arkasından alık alık bakakalırsın. Bazen bir anlıktır işte aşk mevsimi… 

Şımarık cümleler kuruyorum aşka hitaben. Suskun yıllarımı davet ettim bir rahmet gecesi, huzur soframa… Serdim tüm yıllanmış maziyi ortaya… Hepsini bir bir lokma lokma yuttum Ab-ı Aşk’la…

Kimisi dikenlenmiş anıları ile boğazımı tırmalayarak geçti mazi şeridinin üzerinden… Kimisi de yağ gibi kaydı gözlerimin önünden… İkisine de tebessüm yakıştı. Olanlar yanıma kâr kaldı.

İnsan birini hep en son bıraktığı hali ile hatırlar ya… Nerede bıraktığının bir önemi olmadan… Hah işte tam da öyle… Hepsini gördüm toprak ananın koynunda… Gülerek uğurladım içimdeki ‘cız’lı yankıları… Tebessümle karşıladım kurumuş papatyalarımı…

Her dem dumanı üzerinde tüterek uzaklaştı gönlümden. Bir süveyda ışığı yansıdı yoluma… Soframda oturan tüm küllenmişleri bir saye (gölge) ile kapladı, örttü. Karanlığa büründü geçmiş ve içine hapsetti olanları bir şeb… 

Esselamün Aleyküm Saye!

Sen karanlığınla da olsa, benden yansıyan bir dem... Gönül heybemden bir cümle koptu, çöreklendi içime… “Ene Elheful Mahbubi” (Ben sevdiğime hasretim.) Sonra bir yerlerden anımsadığım söz zihnimi esir aldı. “Vatanım diyeceğin gönülde nefes almalı insan…” 

Sen bir maddeysen sevda da senin gölgen (saye) olmalı, her daim peşinden ayrılmayan… Siyah beyaz bir fotoğraf karesi ile ara sıra çıtlatmalısın kulağını… 

Her kış ailecek oturduğumuz soba başı muhabbetleri geldi aklıma… Bir tarafında çay, diğer tarafında kestane ve patates… Sıcaktı, sımsıcak ısıtırdı içimizi… Sevgiyle bakan gözlerin üzerinde demlenirdi samimiyet…

Şimdilerde; insanların, ruhuna saye vurdu. İnsanlık, sahibinden az kullanılmış… Acılı bir mazi bırakıyoruz geleceğe… Kelebeklerden bile kısa yaşayan çocuklar, vatanını saymayan hainler türedi zalimce… Geçmişe özlem, hey gidi dünler dememiz hep bu yüzden… 

Çok severim şu sözü; “Düşün kadarsın, düşün ne kadarsın?”  Umut ile bir saye vurdu yüreğime tüm kötülükleri örtmek istercesine… Selam ve farkındalık ile…