Gündem çoktan değişti; ama Tahran Zirvesi ve İdlib konusuna not düşmek isterim. Önce hatırlayalım, Tahran Zirvesi’nde ne oldu? Tahran Zirvesi, Suriye rejimi tarafından kuşatılmış bulunan, çoğu göçmen 3 milyonluk İdlib kentinin kaderiyle ilgili olarak, Türkiye İran ve Rusya’nın devlet başkanları düzeyinde bir araya gelmesiydi.

Zirve canlı yayınlandı, ortaya çıkan en belirgin fotoğraf ise bölgedeki insan faktörünü dert edinen tek ülkenin Türkiye olduğunun ortaya çıkması oldu. İdlib krizi şimdilik sönümlendi gibi gözüküyor ama bundan birkaç ay sonra aynı krizin belki daha da şiddetle tekrarlanmayacağının hiçbir garantisi yok. Çünkü Esad İdlib’i istiyor.

Tahran’dan 12 maddelik bir sonuç bildirgesi çıkmasına ve bu bildirgede de bölgedeki siviller faktörüne tamamen kör olmayan maddeler bulunmasına rağmen diyebiliriz ki; Tahran Zirvesi’nde Türkiye’nin tezleri açısından bakıldığında Astana’da gelinen noktanın gerisine düşüldü. Bundan sonrasının daha iyiye gideceğine dair bir işaret de yok.

İçimizdeki İran ve Rusyacıların, Türkiye’yi Esad’la görüşmeye ikna çabalarının gösterdiği üzere, Esad Suriye’de Rusya ve İran’ın desteğiyle güçlenmeye devam ettikçe orantısal olarak Türkiye’nin önerileri de red cevabıyla karşılanacak. Tıpkı Tahran’da Türkiye’nin bildirgeye “ateşkes” ifadesini yazdırmak istemesini, Rusya ve İran’ın reddetmesi gibi…

“Türkiye bölgede bir kez daha oyun dışı kalmasın, Esad’le görüşmeye başlasın” şeklindeki görece makul bir gerekçeye dayanıyor gözüken fikir ise, yıllardır Suriye’yi izleyen herkes gibi bendenizin de tüylerini diken diken etmeye kafi geliyor. Sadece bir diktatörden değil, anlı şanlı bir kasaptan, masive bir katilden sözediyoruz çünkü.