Asıl adı, Ebû Muhammed Abdullah b. Revâha olan sahabe şair ve Mûte savaşında şehit olan üçüncü kumandan olarak bilinmektedir.

Hazrec kabilesinin Benî Haris kolundan Revâha b. Sa‘lebe’nin oğludur. Muhadramûn şairlerinden olup sanatını yalnız Hz. Peygamber’i ve İslâm dinini savunmak, müşrikleri yermek yolunda kullanmıştır. Resûlullah’ın onun için söylediği bilinen, “Şiirleri müşrikler üzerinde oklardan daha etkilidir. Cümlesi şairlik kudreti, “Şüphe yok ki kardeşiniz bâtıl ve boş söz söylemez” cümlesi ise kişiliği hakkındaki görüşlerini yansıtmaktadır. Şuara süresinin, “Şairlere sapıklar uyar; onların her vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını ve gerçekte yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmez misin?” mealindeki 224-226. ayetleri inince, “Allah benim de şair olduğumu biliyor, demek ki ben de onlardanım” diyerek teessürünü belirtmiş; bunun üzerine, “Ancak iman edip iyi işler yapanlar müstesna...” şeklinde başlayan 227. ayet nazil olmuştur. Abdullah b. Revâha’nın şairliğinin yanı sıra çok etkileyici bir hitabet gücüne sahip olduğu da bilinmektedir. Mûte seferine çıkan 3000 kişilik İslâm kuvveti henüz yolda iken, yakın bir yerde büyük bir Bizans ordusunun bulunduğu haberi alınmış ve geri çekilip takviye isteme fikri benimsenmişken Abdullah b. Revâha’nın, “şehitlik mertebesine erişmek için oyla çıktıkları ve savaşma güçlerini de sayılarıyla silâhlarından değil, Allah tarafından kendilerine lütfedilen İslâm dininden aldıkları” yolunda söylediği etkili sözler üzerine bundan vazgeçilerek savaşmaya karar verilmiştir.

Abdullah b. Revâha okuma yazma bilmesi, hassas bir şair, hatip ve aynı zamanda mahir bir muharip olması, yüksek cesaret ve şeaate, ayrıca ileri derecede zühd ve takvaya sahip bulunması gibi hasletlerinden dolayı Hz. Peygamber’in özel teveccüh ve itimadını kazanarak ashabı-ı kiram arasında kendini göstermiş ve önemli görevler yüklenmiştir. İkinci Akabe Biatı’nda Medineli Müslümanlar tarafından on iki vekilden biri olarak seçilip Hz. Peygamber’in idarî yardımcılığı sayılabilecek böyle şerefli bir göreve lâyık görülmesi, onun Cahiliye dönemindeki itibarının İslâm’dan sonra da artarak devam ettiğini göstermektedir. Hz. Peygamber de onu, vekilliğinin yanı sıra ayrıca özel kâtipleri arasına almak suretiyle ikinci defa şereflendirmiştir. Abdullah b. Revâha Bedir, Uhud, Hendek, Hayber savaşları ile Hudeybiye ve Umretü’l-kazâ seferlerine katılmış ve Umretü’l-kazâ ’da umre süresince Hz. Peygamber’in devesinin yularını tutmuştur. Hadis de rivayet etmiş olan Abdullah b. Revâha’nın yüklendiği önemli görevler arasında, Bedir zaferinin müjdesini Zeyd b. Harise ile birlikte Medine’ye koşarak götürmesi ve İkinci Bedir seferi (Bedrü’l-mev‘id) sırasında Medine’de Hz. Peygamber’in vekili olarak kalması da bulunmaktadır. Abdullah b. Revâha’yı Hayber seferinden önce Hz. Peygamber’in dört kişilik seriyyenin kumandanı olarak Hayber’e göndermesi ve “Hayber’i gözetle, halkın arasına karış, ne konuştuklarını ve ne yapmak istediklerini öğren” emrini vermesi, onun İbranice bildiği ihtimalini akla getirmektedir. Çünkü o devirde Medine ve civarında yerleşmiş bulunan Yahudilerin Musevi Arap olmayıp ırken İbrani oldukları ve kendi dillerini konuştukları bilinmektedir. Ayrıca onun bu görevden döndükten sonra, otuz kişilik bir heyetin başkanı olarak Hayber’e elçi gönderilmesi ve fetihten sonra da Hayber mahsulünün ortakçı yahudiler ile bölüşülmesinde yetkili kılınması, bu olaylardan daha önce ise Hendek Savaşı sırasında Benî Kureyza kabilesine gönderilen dört kişilik elçi heyetinde yer almış olması da bu ihtimali kuvvetlendirmektedir.

Hicretin sekizinci yılında (629) Mûte seferine çıkan ordunun başına, Hz. Peygamber tarafından, kumandan vekilinin de ölmesi üzerine komutayı ele almak üzere üçüncü kumandan adayı olarak tayin edilen Abdullah b. Revâha, Zeyd b. Hârise’nin ve onun arkasından Cafer b. Ebû Talip’in şehit düşmeleri üzerine sancağı almış ve o da şehit olmuştur. Bazı seferlerde Abdullah b. Revâha’nın neslinin çok saygı gören bir topluluk olarak asırlarca Endülüs’te yaşadığı ileri sürülmekte ise de mevcut kaynaklar, onun Ebû Muhammed, Ebû Revâha ve Ebû Amr künyelerini taşımış olmasına rağmen, şehit düştüğü zaman arkasında çocuk bırakmadığını kaydetmektedir. Bu durumda bizzat kendi torunlarının değil, akrabasının kastedildiğine hükmetmek gerekmektedir ki kız kardeşinin çocukları olan bu akraba arasında, ünlü şairler ve büyük dedeleri Revâha b. Sa‘lebe’nin adını taşıyan, künyesi Ebû Revâha olan kişiler de bulunmaktadır. Endülüs’te Benî Abdüsselâm adıyla tanınan bu topluluğun, Abdullah b. Revâha’nın sahâbîlerden Beşir b. Sa‘d ile evli olan kız kardeşi Amre bint Revâha’nın oğlu Numan b. Beşir’in Emevîler’e cephe alması üzerine Halife Mervan’ın emriyle öldürülmesinden sonra Endülüs’e kaçan bazı çocuklarından geldiği anlaşılmaktadır.

Kaynaklarda Abdullah b. Revâha’nın bir divanından bahsedilmemektedir. Az sayıdaki şiirleri, elliye yakın beyti İbn Hişâm ’ın es-Sîre’sinde olmak üzere, çeşitli siyer, tarih, megazî ve tabakat kitaplarında dağınık vaziyette bulunmaktadır. Velîd Kassâb, çeşitli kaynaklardan toplandığı 217 beyit tutarındaki en kısası bin, en uzunu 26 beyit ihtiva eden 37 parça şiirini Divan-ü ‘Abdillâh b. Revâha ve dirâse fî sîretihî ve şi‘rih adıyla yayımlamıştır. Bu şiirlerden altı tanesi Cahiliye dönemine ait olup düşman kabile Evs’e mensup şairlerden Kays b. Hatîm’in Hazrec’e yönelik taşlamalarına verdiği karşılıklardan ibarettir.

Hz. Peygamber’in Ahzâb (Hendek) Savaşı sırasında hendeğin topraklarını taşıyanlara yardım ederken, toza bulanmış vaziyette ashapla birlikte Abdullah b. Revâha’nın şiirini söylediği rivayet edilmektedir:

KAYNAK: TÜRKİYE DİYANET VAKFI İSLAM ANSİKLOPEDİSİ