Son zamanlarda Türkiye’de önemli bir kesimin ilgisine mazhar olmuş ‘’dindarlık’’ ya da yaygınlaşan ‘’ateizm, deizm..’’ gibi kavramların yanında kelimenin tam anlamının bilinmediğini fark ettiğimiz ve aslında bu konuya farklı bir bakış açısı getiren ‘’sekülerleşme’’ kavramına değineceğiz, bugün.                

      Toplumun ve özellikle gençlerin günlük yaşantılarında ya da daha genel perspektiften inanç düzeyinde dinin yerinin ne boyutta olduğuna dair çalışmalar yapılmakta ve kentlilik, teknoloji, kapitalizm, küreselleşme gibi kavramlar ile bu durumun nasıl etkilendiği irdelenmeye çalışılmaktadır. Bu anlamda yapılan çalışmaların neticesinde ortaya çıkan yargının ‘’inanç-inançsızlık’’ denklemine sıkıştırıldığını ve bu bağlam ile keskin bir ayrım çerçevesinde okunduğunu gördüğümü ifade edebilirim. İnsanların varoluşlarını anlamlandırma girişimlerinde kadim zamanlarda dinin neredeyse tek başına yeterli olduğunu söylemek, iddialı bir söylem olsa da mümkün gözükmektedir. Kadim zamanlarda insanların hayatlarını ve varoluşlarını anlamlandırmak adına dini söylemin yeterli olmasının yanında günlük hayatta ki ilişkilerinin tamamına yakınında din referansı ile hareket ettiğini görüyoruz. Anlam değer dünyasının inşa sürecinde içine doğdu toplumdan aldığı her türlü öğreti de ‘’din’’ faktörünün başat bir pozisyonda olduğunu söyleyebiliriz. Anlam değer dünyanın inşasının da ötesinde günlük hayatta karşılaşılan sorunların tamamına karşı kurulan ‘’neden-sonuç’’ ilişkisinde dinin tek başına cevap olduğunu söylemek mümkündür. 

        Modernleşme süreciyle birlikte ise  toplumların/insanların temel referans noktalarında dinin ya da dinin kurumsal yapısının zayıfladığını görmekteyiz. Dini otoritelerin insanların hayatlarında ki tek güç olma durumlarının da bu süreçle zayıflamaya başladığını söyleyebiliriz. Özellikle modernleşme sürecinde hızlı teknolojik ilerleme sonrası insanların ‘’neden-sonuç’’ ilişkisi kurarken bu dünya ile ilintili cevaplar verebilmeleri ve en önemlisi, karşılaşılan bir problemde çözüm yolu olarak gayet pratik ve yine bu dünya ile ilintili bir yol bulabiliyor olması bu durumu daha da hızlandırmıştır. Artık insanların günlük yaşantılarında karşılaştıkları bir durumda gayet de bu dünya ile bağlantılı bir nedensellik kurması ya da yine bu dünya ile ilgili bir çözüm üretmesinin söz konusu olduğunu biliyoruz. Ancak modernleşme sürecinde, modernizmin insanların varoluşsal sorgulamalarına karşı yeterli cevabı verememesi ve özellikle insanların bu dünya sonrası ile ilgili meraklarına karşı geliştirdiği cevapların tatmin edici bulunmaması, bu süreci başka bir boyuta taşıdı denebilir.

     Bugün Türkiye’de olan durumun ise girişte de bahsettiğimiz üzere belli başlı kavramlar çerçevesine sıkıştırıldığını görmekteyiz. İnanç-inançsızlık keskinliği ile açıklanmaya çalışılan raporların aslında temelde çıkış noktalarının kanaatimce eksik olduğunu söyleyebilirim. Ancak Türkiye’de kavramların tarihsel bağlamda anlaşılmasını bırakalım tam çevirisini bile yapamadığımız bir tablo da ‘’sekülerleşme’’ kavramının da ifade edilemediğini düşünmekteyim. Bu bağlamda konuyu tez olarak çalışıp kitaplaştıran Volkan Ertit’in bakış açısı ve ayrıntılı anlatımı kavramın ne olduğuna dair cevap verebiliyor. Bu cevap ise bugün toplumun ya da bireylerin günlük hayatta dini ya da dinimsi metafiziksel alandan aldığı referansların zayıflamasının tespitin de epey kolaylık sağlıyor. Sekülerleşmeyi, belli bir zaman dilimi içerisinde dinin, dinimsi yapıların, batıl inançların ve halk inançlarının toplumsal düzeydeki prestijlerinin ve topluma etki etme güçlerinin göreli olarak azalması olarak tanımlaması ve burada ‘’göreli’’ kavramıyla geçmişe oranla bir ölçü kullanması ziyadesiyle önemlidir. Üstelik ‘’sekülerleşme’’ ile ‘’dinsizleşme’’ kavramlarının aynı anlamda kullanılmasının da bir hata olarak belirlenmesi de bakış açısının ortaya konması açısından önemlidir. Gayet tabi sekülerleşme sürecinde bir birey dini inancını komple kaybedebilir ama bu yine de kavramın dinsizleşme olduğu anlamına gelmez. Çünkü sekülerleşmenin ölçülmesi için din inancına sahip olmak ya da olmamak değil, dinin günlük pratiklerimize eskiye nazaran ne kadar etki edip etmediği araştırılmaktadır. Bunun yanında kavramın ‘’laiklik’’ ile de aynı anlama gelmediğini belirtmekte de fayda var. Şöyle ki; dinin toplumsal prestijinin ve gücünün azalması anlamına gelen sekülerleşme kavramına karşın laiklik din ile devlet arasındaki ilişkiye dair siyasi bir ilke ve projedir. Üstelik sekülerleşme, laiklik gibi dayatılan bir proje değil, kendine özgü dinamikleri olan bir süreçtir. Hatta laik olmayan devletler de gayet seküler bir toplumsal yapı olabileceği gibi laik olan bir devlette oldukça deseküler bireyler ya da toplumsal bir yapı olabilir. 

      Öyleyse insanların günlük basit işlerinde karşılaştıkları durumlara karşı aldıkları tavrın din referansından görece uzaklaşması ve yaptıkları eylemlerde de bunun etkisinin görülüyor olması toplumun yine görece sekülerleştiğine dair bir ispat olarak kabul edilebilir. Bir durum beraberinde gayet tabi zıddı durumu da getirir. Ancak burada dahi şunu ifade edebilirim; dini grupların sempatizan veya mürit kazanmasında teolojik temelli mitolojik söylemler dışında daha dünyevi/seküler vaatlerinin göz ardı edilemez boyutta olduğunu düşünüyorum. Hatta belli bir noktadan sonra abartılı ve komik boyutlara erişen mitik söylemlerin seküler vaatler sayesinde destekçileri tarafından göz ardı edildiğini dahi söyleyebiliriz.

     Son zamanlar da Yılmaz Özdil’in sattığı kitap hadisesi de sekülerleşmenin metafizik bağlamında okunabilir.  Dünyevi bir kazanç noktasında metafizik bir kutsiyeti kullanarak kazanç elde etme ve ön görülen bir talebe karşı pazar oluşturma durumu bu nokta da görülebilir. 

      Türkiye’de özellikle gençlerin bu konuda araştırma konusu haline getirilmesi durumuna karşı da son olarak şunları ifade edebilirim; anlam değer dünyamızın inşasında, kavramların tarihsel bağlamda ki karşılıklarını yitirdiği ve bunun için slogan düzeyinin ötesinde yeni neslin varoluşsal sorgulamalarına cevap üretmede yeterli olunamadığını düşünmekteyim. Öyleyse zihinsel alanda bağ kurabilmek adına felsefenin matematiği olan kavramların öneminin farkına varıp yeni ilişki metotları üretmek durumundayız.