Son günlerde televizyon kanallarının açık oturumlarından, gazetelerin köşe yazılarına kadar her yeri işgal eden ‘’mağdur’’ kavramı ve ‘’mağduriyet’’ söylemi herkesin gündemini meşgul etti. Yetmedi, sosyal medya hesaplarında ‘’mağduriyet’’ üzerinden sonu bir yere bağlanamayan tartışmalar yürütüldü. Herkes kendi mağduriyetini ispatlama üzerinden bir alan oluşturmaya çalışarak ‘’en mağdur benim’’ iddiasını kabul ettirme girişiminde bulundu. Artık yaşanan her hadise üzerinden bir mağduriyet siyaseti üretilmeye çalışıldığına da şahit olduk. Bütün bunlar yaşanırkenbaklıma eski bir televizyon dizisinden ‘’mağdurum da mağdurum, çok mağdurum mağdurum’’ repliği gelmeye başladı. Dolayısıyla bundan sonra gördüğüm her ‘’mağdur siyaseti’’ üzerine kendimi alamıyor ve tebessüm ediyorum. 

Her ne kadar tebessüm ediyor olsam da siyasi dil açısından ‘’mağduriyet’’in neden bu kadar önemli olduğunu çalışma ve sorgulama gereği hissettim.  Herkesin diline pelesenk olan bir tespit bağlamında sahiden ‘’Türk toplumu mağdurları seviyor mu?, Siyasi anlamda mağdur olanlar kamuoyundan gerçekten daha fazla mı teveccüh görüyor?’’ sorularını sormaktan kendimi alamadım. Yaptığım okumalar çerçevesinde yalnızca Türkiye’de olmayan bir durum olduğunu söyleyebilirim. Mağduriyet üzerinden üretilen siyasetin bir kazanım sağladığı düşüncesi diğer ülkelerde de azımsanmayacak boyutta olduğunu görüyoruz. Konu ile ilgili yazılan makale ve kitaplara bakınca mağduriyet üzerinden söylem geliştirmenin toplumun genel kitlesinde karşılığı olduğu tespitiyle karşılaşmak mümkün. 

Toplumun güçlü siyasi figürlerin mağdur siyaseti üzerinden alan oluşturduğunun farkında olduğunu söyleyebiliriz. ‘’Biz mağdurları severiz’’ diyen insanların aslında bu sözle durumun farkındalığını itiraf ettiğini düşünmek mümkündür. Bu farkındalığa rağmen bu durumun kamuoyu açısından bu kadar etki etmesini izah etmek zor gibi gözüküyor olabilir. Farklı bir perspektiften olaya yaklaşınca durumun bir nebze daha anlaşılabilir olduğunu fark ettim.

Mağduriyet siyaseti üzerinden siyasi alanda meşruiyet üretiminin bu denli karşılık bulmasının sebebini aslında toplumun kendi mağduriyeti ile kurduğu bağla açıklayabiliriz. Yoksa havaalanında hiç ‘’VIP’’ alanı kullanmamış bir toplumun buradan mağduriyet kabullenişini başka türlü izah etmek mümkün gözükmüyor. Diğer açıdan ise siyaset kurumunun bütün nimetlerinden bugüne kadar yararlanmış ve yararlanmaya devam eden bir belediye başkan adayının da ‘’mağdurum’’ iddiasının başka türlü karşılık bulması anlaşılır gibi değildir. 

Bütün bu mağdur siyasetinin geri planında ‘’bende sizdenim ve sizin gibi mağdurum’’ mesajının yattığını düşünüyorum. Bunun toplumda karşılık bulmasını da toplumun kendi mağduriyetini kabul etmesi ve bu mağduriyeti ile kurduğu bağdan kaynaklığını söylemek mümkündür. Aksi halde siyasilerin sahip oldukları imtiyazların hiçbirine sahip olmayan vatandaşın buna teveccüh göstermesini bekleyemeyiz. 

Daha net ifade etmek gerekirse, aslında mağdur edildiği iddiası olan ve kendisinin hakkının yendiğini göstermeye ya da ispatlamaya çalışan siyasinin temel hedefi, bu durum üzerinden meşruiyet üretmektir. Vatandaş ise sürekli kendi yaşadığı durumları görünce aslında bu siyasetçiyi kendisine daha yakın görüyor. Dolayısıyla bu bakış açısıyla bir anlamda kendi mağduriyetini ya da haksızlığa uğrama durumlarını kabul ediyor ve bununla ilişki kuruyor. 

Toplumun kendi mağduriyeti ile kurduğu ilişki sayesinde kendisine meşruiyet alanı oluşturan siyasilerin temelde farkına vardığı durum da budur. Dolayısıyla ‘’asıl mağdur kim’’ sorusunun cevabı kendi mağduriyetini farkında olmadan kabul eden ‘’toplum, vatandaşlar yani bizleriz…’’