Kutu gibi bir oda… Alanın ortasında sandalye ile arkadaş olmuş kimsesiz iki mobilya… Üstlerinde onlardan bağımsız, sarkan ama birbirlerine yoldaş olan bir lamba çelimsiz ışığı ile etrafı aydınlatmaya çalışmaktaydı.  Odadaki sadelik milimetrelik yamuklukların göze çarpmasına sebep oluyordu.

Apar topar ne olduğunu bile anlamadan bu odaya getirilmiştim. Olan biteni anlamak için derin bir nefes almaya ve kendini toparlamaya ihtiyacı vardı. Beyninin içinde düşünceleri bir kargaşa yaratmış, mantığın bu olaya el koyup onları ayırması kaçınılmaz olmuştu.

Ama neresinden başlamalıydı? İlk başta hangi yönde oluşan keşmekeşi ayırmalıydı? Denizci düğümü gibi açılması mümkün olmayan bir düşünce ağı çözülmemek için inatlaştıkça inatlaşıyordu. Gözlerini kapatsa ve odaklansa daha iyi olacaktı.

Fakat, hayır hayır kapatamazdı. Bu küçük oda onu ürkütüyordu.

Biranda izlediği polisiye filmleri aklına geldi. Bu oda oradaki bir senaryonun çekildiği yer ile aynı kareydi. Olmamalıydı bu! Dehşete kapıldı… Neden, niçin buradaydı? Kendini toparlayıp, buna bir cevap bulamıyordu.

Sakin, sakin, sakin…

Şimdi şu kapıdan gaddar ve ne anlatırsa anlatsın kendi bildiğini okuyacak iri cüsseli bir adamın girip hayatının saatler belki de dakikalar içinde değiştirip, onun özgürlüğünü elinden alabileceğini düşündü. Karşısında; filmli, karanlık bir cam vardı. Ardında onu izleyen birileri olacak mıydı? Bu gaddar adam ona inanmazsa onlar inanır mıydı?

Sessiz ve kimsesiz bu odada beklerken kafasında o kadar çok şey kurmuştu ki, ilk girdiği oda küçülmüş küçülmüş ve onu daha da çok bunaltmaya başlamıştı. Düşünceleri bölünerek bir ordu kadar kalabalık olmuştu.

Çıldırmaya ramak kala…

Kapının kolunun hareket ettiğini gördü. Kalbi yerinden çıkmak istercesine göğüs kafesini yumruklamaya başladı. Gözleri o iri yarı adamın içeri girmesini bekliyordu.

Fakat beklediği gibi olmadı. Odanın kapısında beliren adam onu rahatlatmak istiyormuşçasına tebessümle girdi. Beyninin içinde bir kıyamet kopmuş, yerin altı üstüne gelmiş, düşüncelerinin hepsi toprak altında kalmış, kendini boşlukta hissediyordu.

Ne olacaktı şimdi, ne düşünecekti?! Kendini odakladığı kişi aklında beliren görünüşün tam tersi olarak karşısındaydı. Farkında olmadan meraklı gözlerle ona bakıyordu.

Daha fazla düşünmesine izin vermeyen adam sözüne başladı: “Evet, seni sorgulayalım bakalım!” Hayalindeki kişi farklıydı ama amaçları aynıydı. Bir suçu vardı ve bunun cezasından önce formalite icabı ona sorular soracaklar sonra da yarım yamalak dinlediği cevaplarla hüküm vereceklerdi.

Yeni yıla girmelerine saatler kalmıştı. Bir sene öyle ya da böyle geçip gitmişti. Neler yaptığını, insanlara ve çevresine ne gibi faydası olduğunu, inancının gereği şeyler yapıp yapmadığını, sorumluluklarını düşünmeye başladı. Ne de boş ve keyfi geçmişti koca bir sene…

Fark etti ki bu sorgu odası, karşısına çıkan bu adam, içinde bulunduğu bu durum beyninin ona oynadığı bir oyundu.  Kendini sorgulama yetisini uzun zamandır unutmuş gelişi güzel yaşamanın rahatlığına kapılmıştı. Bundandır ki senenin sonuna doğru aklında bir sorgu odası kurulmuş, korkutucu bir şekilde onun kendi kendini sorgulamasına sebep olmuştu.

Pişman oldu. Hayatta bir gayesi, bir hedefi, yapmak istediği bir şeyi olmadan geçirdiği günlerin hesabını çok sancılı bir şekilde ödedi. Bu sadece bir senenin muhakemesiydi. Bilmem kaç sene geçmişti de bu düşüncelerin ağırlığından onları sorgulamaya takati kalmamıştı.

Sadede gelelim; bir senenin daha hem ömrümüzden hem de takvimlerden silinip gittiği bu günlerde kendimizi sorgulayabilmeyi, artı ve eksilerimizi tartarak yeni bir seneye güzel hedefler belirleyerek başlamak dileğiyle… Sorgulama ve hayatın farkında olma yetiniz daim olsun yazı dostlarım. Solunuz açık olsun.