Günümüz koşullarında maalesef kaygıdan uzak yaşamak mümkün görünmüyor. Hızlı yaşam, yetiştirilmesi gereken işlerin çokluğu ve zaman darlığı, maddi sıkıntılar, hastalıklar, kötü olaylar ve haberler insanı adeta kaygı bozukluğu yaşamaya zorluyor. Bu bir nevi insanın dışında imiş gibi gerçekleşen olaylara bir de karşıdakinin alanına ne hissedeceğini, ne yaşayacağını hesap etmeden saygısızca dalmak var ki bu hem çalışma, yaşama alanı gibi maddi alanları kapsarken hem de duygu, düşünce ve davranış gibi gözle görülmeyen alanlara doğrudan müdahale ile olabiliyor. 

Üzülerek ifade etmeliyim ki bazıları egonun zirvesine yücelmiş! Hayata ben ve diğerleri olarak bakan ve her şeyin en iyisini ben bilirim, benim söylediğim en doğrusudur ön kabulüyle alanlarımıza elini kolunu sallayarak dalma hakkını kendilerinde hem de rahatlıkla bulmaktadır.

Böyle durumlarda kişi eğer zayıf karakterde biriyse çok çabuk etkilenmekte ve bozukluğu karşı tarafta değil kendinde görebilmektedir. Bu basit gibi görünen fakat aslında büyük sorun, toplumda gizli hastalar yani mükemmel deliler ve o mükemmellerin ayarını bozduğu normal insanlardan müteşekkil bir garip oluşum şeklini almaktadır.

Psikiyatri polikliniğine başvuranların büyük bir çoğunluğu işte bu sonradan rahatsızlanan zayıf karakterli, naif insanlardan meydana geliyor. Aslında bu insanları tedavi etmek yerine onları bu hale getiren nedenleri sorgulamak ve rahatsızlığa yol açan mükemmelleri! İçinde bulundukları gaflet ve dalaletten kurtarmaya çalışmak daha yerinde olacaktır kanaatindeyim. Zira bu yapılmadığı sürece antidepresanlara mahkûm zavallı insanların sayısı çoğalacak, sorunun kökenine inilmediğinden kaygı bozukluğu yaşama oranı gün geçtikçe artacaktır. Alın size nur topu gibi bir kısır döngü.

İnsan yaradılış itibariyle özünde mükemmel bir varlıktır. Doğruyu yanlışı ayırt edebilme özelliği, muhakeme yeteneği ve içinde taşıdığı mizancı başı vicdanı sayesinde yanlış bir adım atsa bile kısa süre sonra o yanlıştan dönme ihtimali oldukça yüksektir. Prof.Doğan Cüceloğlu bir kitabında bu noktaya temas ederken tam metni aklımda olmasa da aşağı yukarı şöyle yazmıştı. Anne babalar çocuğun gelişmesine müdahil değil tanık ve destekçi olmalıdır. Kalıplayıcı aile olmak yerine hayat yolculuğunda ona eşlik etmeli, keşfetme ve yaşayarak öğrenme hakkını asla elinden almamalıdır. İnanın bir çocuğun kendi başına doğada yetişmesi kalıplayıcı bir ortamda yetişmesinden çok daha sağlıklıdır.

Yüce Yaratıcı insanı her yönüyle o derece donanımlı yaratmıştır ki hayatı doğada kendi kendine öğrenmesi bile kabildir. Böyleyken kendi çocuğu dahi olsa toplumun bir ferdine kendi doğrularını dayatma eğilimi sergilemekten vazgeçilmeli, doğru teriminin göreceli bir kavram olduğu akıldan çıkarılmamalıdır.

Toplumun kalıplanmış, aynı tornadan çıkmış gibi bir ayar bireylere değil; özgür iradeli, kendine güvenli ve cesur insanlara ihtiyacı var. Anne babalara düşen en büyük sorumluluk ise toplum için gerekli bu tip insanların sayısını çoğaltmaya gayret etmektir. Eskilerin düsturuna göre oğul babasından bir adım öteye geçmezse o kültürde gelişimden söz etmek mümkün değildir.

Suçlayıcı olma! İşaret parmağın karşıdakine değil kendine dönük olsun! Kendi kusurunu araştırmayanın işi gücü başkasında kusur bulmaktır!  Farkında olmak dileğiyle iyi hafta sonları!