Sizi yüreğinizden tutup, günümüzün  sonu gelmeyen telaşından ve bitmeyen mücadelesinden, başka bir dünyaya çekmek istiyorum, bu söyleşimizde. Şiirin tadına ve keyfine… Ve biri ile tanıştırmak istiyorum sizi. Düşüncelerini, hayata bakışını, duruşunu ve şiirini bu verimli toprakların bağrında oluşturmuş  bir Şair; Yazar Fatma Bardakçı. Mart’ın Yüzü isimli şiir kitabı ile dikkatleri üzerine çekti. "Özgürlüğün korkularını devşirip, esaretin yüzünü ördüm. Hediyem olsun, sana ve Mart'ın yüzüne" sözleriyle Mart'ın Yüzü kitabını okurları ile buluşturan Yazar Fatma Bardakçı, şiirin tadına vardırıyor. Salon Yayınları tarafından Mart ayında yayınlanan 142 sayfalık kitapta, 95 şiir yer alıyor. Mart’ın Yüzü ile herkesi şiirin labirentlerinde zorlu ama keyfili bir yolculuğa çağırıyor. Tanımaktan onur duyduğum Şairimizle, Şiir ve “Mart’ın Yüzü” üzerine, keyifle okuyacağınızı umduğumuz bir söyleşi gerçekleştirdik. 

Fatma Bardakçı Kimdir?

1988 yılında Çumra’da doğdu. 2002 yılında Okçu Şehit Mehmet Kefeli İlköğretim Okulu’ndan, 2006 yılında ise Çumra Cumhuriyet Lisesi içerisinde yer alan Süper Lise’den mezun oldu. Sonrasında iki üniversite bitirdi. Selçuk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi’nden 2010 yılında mezun oldu. 2015 yılında ise yine Selçuk Üniversitesi’nden, Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü derece ile bitirdi. Şu anda memuriyet hayatını bir sağlıkçı olarak devam ettiriyor. İlk kitabı “Yurdagül’ün Gerçek Düşü” 2016 yılında yayınlandı. Mart’ın Yüzü ise ikinci kitabı. 

Neden şiir, diyerek başlayalım isterseniz.  

Şiir, insan duygu ve düşüncelerinin en derin, en saf, en yoğun noktalarında yeşerir. O noktaları görmeye olan tutku ve merakım sebebiyle şiiri seçtim diyebilirim. Yani, insanı ve özellikle de kendimi derinden tanıyabilmek için şiiri seçtim.

Ve neden Mart?

Aslında her şairi etkileyen ve kullandığı zaman öğeleri arasında en sık adı geçen bir zaman dilimi vardır. Bunun her zaman somut bir nedeni olması gerekmez. Belki şairin kendisinin bile net olarak tanımlayamayacağı bir nedendir bu. Mart da benim için öyle. Martın bende özel bir yeri var ama gerekçesi tek bir neden değil. Belki birçok nedenin belli kısımlarının bileşkesi, bu bileşkenin bende net bir tanımı yok. Ama özel olarak Mart’ın Yüzü adlı şiir çerçevesinde bu soruyu yanıtlayacak olursam, şiirin ruhuna uyan en güzel zaman dilimi Mart'tı. Yaşadığımız coğrafyaya bakarsak, Mart ayı zıtlıklarla geçen bir ay. Bazen kar, bazen yağmur, bazen güneş… Aynı gün içinde dört mevsimi yaşatabilen bir ay. Güzellikleri de bu zıtlıklarda gizli olan bir ay. Bu şiirde de zıtlıklar var ve güzelliğinin de bu zıtlıklarda olduğuna inanıyorum, umarım öyledir. Elbette bu şiirle Mart arasında daha birçok bağlantı kurmak mümkün. Ben en genel olanından ve en kolay göze çarpacak olanından bahsetmek istedim.

Şiire olan ilginiz ne zaman nasıl başladı, böyle bir hikayesi , başlangıç noktası var mı?

Genel olarak Edebiyata ilgim, kendimi bildim bileli var. İlkokuldayken, öğretim yılı başında kitaplarım elime geçer geçmez içlerinden Türkçe kitabını bulur, iştahla içindeki metinleri okumaya başlardım. Okuduğum birçok masal kitabının yanında, Ömer Seyfettin’i bile erken bir yaşta bitirmiştim. Okumaya olan ilgimin farkındaydım ama yazabileceğimin farkında değildim. Ortaokul yıllarındayken bir şarkı dinlemiştim, müziği beni çok etkilemişti. İlk defa dinlediğim bu şarkıyı mırıldanmaya çalışırken sözlerinin çoğunu hatırlamadığımı fark ettim. Kendi kendime, melodiye uygun sözler türetmeye başladım. Orada, şiir yazabileceğimi düşündüm. Birkaç deneme yaptım ve Türkçe öğretmenime gösterdim. Bana geri dönüşü ‘’Öğretmenler odasında bir tanesini okudum. Senin yazdığına inanamadılar. Çocuk şiirlerinin olduğu bir kitaptan almıştır dediler.’’ şeklinde oldu. Bu, bende şiir yazmaya karşı yeterli özgüveni oluşturmuştu, kendisine minnettarım. Tabii o zamanlar yazdıklarım çocuk şiirleri tadındaydı. Ben büyüdükçe şiirlerim de büyüdü, umarım büyümeye de devam ederler.

Şiirlerinizi yaşadıklarınızdan mı/yaşayamadıklarınızdan mı yoksa yaşamak istediklerinizden mi  , hareketle yazıyorsunuz?  Sizce şair yaşadığı için mi yazar, yaşayamadığı için mi? 

Aslında yerine göre şiirde bu söylediklerinizin hepsinin söz hakkı doğuyor. Birini diğerinden ayıramam. Genel olarak bakılınca, şiirin doğası gereği daha çok olumsuzluklardan söz edilir. Yaşanan olumsuzluklar ya da yaşamak isterken yaşanmayan olumlu şeylerin kaybının yarattığı olumsuzluklar. Olumsuzluklar bir şekilde insanı derinden etkilemeyi başarıyor, en azından şairi…

Şiir yazmak için neyi beklersiniz. Şiir mi kapınızı çalar yoksa siz mi sizi şiiri çağırırsınız, bu sizin elinizde olar bir şey mi?

Ruhumun gecesinde parlayan bir yıldız gördüğüm an fotoğrafını çekiyorum. Bazen o yıldız kendiliğinden gözüme çarpıyor, bazen de ben onu görmek için kendimi zorluyorum. Ama her iki durumda da şart olan bir şey var; o yıldıza odaklanmak. Zihni, bu odaklanmaya izin vermeyecek şeylerden arındırmak.

Serbest şiirler yazıyorsunuz. Bunun ifadede kolaylık ve düşüncede özgürlük sağladığını mı düşünüyorsunuz?

Şiirde içeriğe odaklanıldığı zaman şekil kusurlarının arttığını, şekle odaklanıldığı zaman ise anlam kusurlarının arttığını düşünüyorum. İkisinden birini bir miktar da olsa feda etmem gerekiyordu, ben de şekli feda etmeyi seçtim. Şekle odaklanmanın yarattığı gerginliği hissetmeden, söylemek istediğimi özgürce söyleyebilmek için. 

Dizelerinizin uzunluğu böyle bir anlayıştan mı kaynaklanıyor?

Evet, öyle.

Daha çok hangi konular ve duygular sizin için şiirde yer almaya değer, böyle bir ayrımınız var mı?

Estetik bir haz verebildiği sürece her şey şiirin konusu olabilir. Bu konuda tek bir hassasiyetim var; şiir herhangi bir suçun propagandasını yapmamalı.

-Şiirlerinizde hüznün, ayrılığın, mutsuzluğun ve umutsuzluğun yanında sitem ve yer yer öfkeye de rastlamak mümkün. Bu durum bir hayal kırıklığının sonucu mu, yoksa hayatımızda var olan yanlışları düzeltme çabası mı?

Bazen sadece ‘’Her duygunun şiirde ifadesini bulmaya hakkı vardır.’’ düşüncesiyle hareket edip yazıyorum bazen de bir yanlışa dikkat çekmeyi amaçlıyorum. Bunu yaparken öğreticilik, bilgi verme gibi yollara sapmıyorum, bunların şiirin derinliğine zarar verdiğini düşünüyorum. Söylemek istediğimi sezdirmekle yetinmeyi tercih ediyorum.

Şiirlerinize  her ne kadar duygusallık hakim gibi görünse de, kararlı bir duruş da göze çarpıyor. Aklı duyguların önüne almaya çalışan ve okuyucuyu buna iten bir yanınız da var. Şiirinizin öncülü nedir, akıl mı, duygu mu?

Güzel bir soru. Bu sorunun cevabı akıl da değil, duygu da değil, cevap ‘’akıl ile ifade edilen duygu. ‘’ Aslında bundan sonraki aşamada bilinçli olarak kontrolden çıkmış bir aklın ifade ettiği daha karmaşık duyguları da yazmak isterim. Bilinçsiz bir kontrolsüzlük tehlikeli olabilir.

Şiir şairin iç dünyasıdır. İç dünyanızda yaşadıklarınızı dış dünyaya/dizelere aktarırken okuyucuyu dikkate alır mısınız? Anlamaması/yanlış anlaması kaygısı taşır mısınız? 

Yanlış anlaşılması kaygısına kapıldığım oluyor ama alelacele o kaygıdan kurtuluyorum. "Sanat sanat içindir" anlayışı hakim bende. Bunun sebebi, toplum için olan sanatta sadece çağın gereklerini önemseme mecburiyetinin olduğunu, sanat için olan sanatta ise evrensel olanın en güzel şeklini yakalama amacının olduğunu düşünüyor olmam.  Sanat için yapılan bir sanatta da toplum isterse zaten kendi yararına çok şey bulur. 

Şiirde anlam nerelerde olmalı; hemen elinizin altında mı, yoksa uzaklarda mı?

Uzaklarda olmalı. Hatta uzaklarda bir anlam değil, bir anlam öbeği olmalı. Bu, bence şiirin zenginliğinin ön şartı.

Elbette sevdiğiniz ve takip eteğiniz şairler vardır. Şiirinde kendinizi bulduğunuz ya da etkilendiğiniz şairler var mıdır, kimlerdir, desem?

Divan şiirinden Fuzuli, modern şiirden Necip Fazıl Kısakürek en başarılı bulduğum şairler. Bir şair beni ne kadar çok etkilerse etkilesin onu taklit etmek istemem, her şairin kendine has bir özgünlüğü olmalı. Şunu da itiraf etmek isterim ki, Necip Fazıl’ın 'Kaldırımlar'ı için; "Keşke bıraksaydı da ben yazsaydım" demişliğim vardır. Üstadın eline sağlık, enfes bir şiir kaldırımlar.

Günümüzde şiire olan ilgiyi yeterli buluyor musunuz? 

Yeterli bulmuyorum açıkçası. Var olan ilgiyi de yanlış yöndeki bir ilgi olarak düşünüyorum. Bu yanlış ilginin de şairi değil müteşairi teşvik ettiğini düşünüyorum. Bahsettiğim, insanların duymaya ihtiyaç duyduğu birkaç mevzunun sanat kaygısı, estetik kaygı güdülmeden defalarca söylenip durması, şiirin ticari kaygılara alet edilmesi. Belki de benim bu konudaki aşırı hassasiyetim yanılmama sebep oluyordur, zaten yanılıyor olmayı umuyorum.

Bir de “Mart’ın Yüzü”nden önce , 2016 yılında yayınlanmış masal kitabınız var: Yurdagül’ün Gerçek Düşü. Biraz da bundan bahsedelim isterseniz.

Bu kitapta, kahramanımız Yurdagül, saçlarının beyaz olması ve boyunun kısa olması yüzünden çeşitli sorunlar yaşayan bir çocuk. Bir gün, Günışığı adındaki bir kuş, bu sorununun çözülebileceğini ama öncelikle kendisine yardım etmesi gerektiğini söylüyor. Günışığı’nın yanında çeşitli zor durumlardan kurtardığı, şimdi onun evinde gerçekle düş arasında yaşayan, yeniden gerçek bir hayvan olabilmek için de dünya üzerinde güvenli bir yuvaya ihtiyacı olan hayvanlar var. Dünya üzerinde birtakım sorunları bu hayvanlarla birlikte çözecekler, sorun çözerken tanıdıkları güvenli ortamlara da bu hayvanları teker teker yerleştirip dönecekler. Ancak bu uzun bir yolculuk. Bunun için Yurdagül’ün gerçek dünyadaki yatağında bir yıl süre ile uyurken aynı zamanda Günışığı’nın evinde gerçekle düş arasında yaşaması gerekiyor. Yurdagül bunu kabul ediyor ve macera başlıyor. Kitap bu temel çizgi üzerinde birleşen ama farklı konulardan bahseden masallardan oluşuyor. 7 bölüme ayrılan bu kitabın, kısmetse devamını da yazmayı düşünüyorum.

Masal  ile Şiir arasında nasıl bir yakınlık var?

Her ikisinde da fantastik ögeler önemlidir. Masalda olaylar fantastiktir, şiirde ise gerçeklerin fantastik şekilde ifade edildiği kısımlar daha güzeldir. Şiirdeki  ‘’söz sanatları’’ nı anlamak için de genellikle fantastik olanı tekrar gerçeğe çevirme çabası içine gireriz. Bunun adını ‘’mecaz’’ da koysak sonuç değişmez.

Bundan sonraki yolculuğunuz hangi yönde sürecek; Masal mı, Şiir mi?

Zaman farklı bir şey gerektirmez de kısmet olursa bundan sonraki planım Yurdagül’ün Gerçek Düşü’nün ikincisini yazmak. Daha sonraki zamanlarda da hem masal, hem şiir ile ilgilenmeye devam etmek istiyorum.

Aslında, daha çok şey sormak isterim size. Ancak yerimizin darlığı ve okuyucuyu daha fazla sıkmamak adına söyleşimizi burada bitirmek istiyorum.  İnşallah yakın zamanda yeni eserleriniz vesilesiyle sizi yine konuk ederiz. Benim gibi eminim Çumralılar da sizinle  gurur duyuyordur. Bu soylu eyleminizden dolayı sizi tebrik , Söyleşi için teşekkür ediyorum. Son diyeceklerinizi almak için sözü size bırakıyorum.

Söyleşi için ben teşekkür ederim. Sizin ve diğer hemşehrilerimin verdiği-vereceği değere layık olabilmek, benim için en büyük gurur kaynaklarından biri olacaktır. Umarım memleketimi en güzel şekilde temsil edebilirim. Saygı ve sevgilerle…

RÖPORTAJ: ABDULLAH SUCU

Editör: TE Bilişim