ÖMER ÇELİK Kimdir?

1967 Konya doğumluyum. 1985 yılında Konya İmam Hatip Lisesinden mezun oldum. Hacıveyiszade'nin talebelerini gördük. Aile çevremde tasavvufî bir ortamda büyüdük. Kendi halimizde bir insanız.

Tasavvufun önemli araçlarından olan ney, özellikle Hz. Mevlana ile bütünleşen bir enstrüman olarak biliniyor. Ancak neyin manevi anlamdaki derinliği onu basit bir enstrüman olmaktan çıkarıyor. Neyin bu yönünü çok iyi bilen ve konuyla ilgili bilgiler veren Ney ustası Ömer Çelik, önemli noktalara değindi. “Ney aşığın aşkını, fasığın fıskını arttırır” diyen Çelik, Hz. Mevlâna’nın neyi çalgı için kullanmadığına dikkat çekti. Çelik, “O mübareğin derdi ayrıydı. Yanıyordu, yıkılıyordu, yani Şemsi gördüm diyene hırkasını, cübbesini, postunu hediye etti. Onun bir yangını vardı. Onun için neyi kendine dost edindi, sırdaş edindi. Kahvesi yok, topu yok, solu yok, sağı yok” sözleriyle neyin önemli bir manevi araç olduğunu söyledi. 

Neye ilginiz nasıl başladı?

Mustafa Bildik ile komşu idik. Neye karşı içimde bir merak vardı. İlk defa neyi orada gördüm. İhsaniye'de otururken Kadirî meşâyihine bağlı insanların zikirlerinde bu işi yaptıklarını biliyordum ama o dönemde neyle bir irtibatım olmadı. Gençliğimizde tasavvufî bir ortamda Mehmet Nuri Küçükiplikçi isminde, Allah rahmet eylesin bir amcamız vesile oldu. Zikrin arasında Türk sanat müziğini ve musikiyi kullanıyordu. Musiki; aşığın aşkını artırır, fasığın fıskını artırır. Âşık gözünden gözyaşı döker, bu karakaşlar ela gözler, yaygan kaşlar, kalem kirpikler hepsi tasavvufî anlamdaki sevgiliyi anlatır. Ona olan özlemi, duyguyu anlatır, derdi. Böylelikle musiki ortamlarına girince, okuduğum meslek yüksekokulunda (1987-1989) hem aile dostumuz olan, hem de hocamız olan Sadrettin Abiden ilk neyimi aldım. Bu arada İstanbul’da kalan ve Niyazi Sayın’ın talebeleri olan Fahrettin Acar ve Ahmet Şahin şöyle üflüyoruz, şöyle belletiyoruz gibi bahsediyorlardı. Niyazi Hoca’nın hakiki manada iki talebesi oldu. Sadrettin Abinin babası rahmetli Fevzi Bey, Sadettin Kaynak’ın talebesi Ömer Abinin babası da tasavvuf ile alakalı hacı babayla arkadaşlar, bu çevreye böylece girdik. Ama esas söylemek istediğim mevzu, resmiyette yaşayan bu insanlar bu kültürü de tamamen meslek olarak yapıyorlardı. Hatta bu işin bir okulu bile vardı. Ama bu işi serbest olarak, devletten bağımsız olarak yapanlar da vardı. Mesela aşure gününde, Hz. Mevlâna'dan itibaren gelen Muharrem ayının ilk on günündeki yas günlerini gündüzleri Fuzuli’nin Hadikatü's Süeda'sını okuyarak ve akşamlarıda icra ile geçirirler. 

Tahir Karagöz çok önemlidir. Sadettin Kaynak’ın esas anlamda iki tane talebesi vardı. Birisi camiye, birisini sahneye göndermiştir. Safiye Ayla sahneye, Tahir Karagöz camiye gitmiştir. Tahir Bey'den de çok faydalanan ve onunla birlikte çalışan hafızlar ve gruplar musikinin sadece nefsanî olmadığını, bir güzelliği temsil ettiğini, bir güzele arzu duymaya vesile olduğunu ifade etmişlerdir. Tasavvufta bu manayı yakaladıktan sonra şarkısıyla, türküsüyle, ilahisiyle, divanların sese gelmesiyle bizim arzumuz, iştiyakımız arttı. O erenler bizi bendirle başlattılar, kudümle devam ettirdiler.1998 yılında Ömer Abiyle tanıştığımız dönemde kudüm ve bendirde nispeten ustalaşmamıza rağmen bu insanlara yakınlığımız sebebiyle çekingen bir tavır sergiledik. Verilen kudüm ve bendiri amatör olarak kullandık. Ama hakikaten koroda çalabilecek düzeyde olduğumuz için bizi layık gördüler ve bir şey yaptılar. Biz de o manada bir şeyler yapmasak bile gönül demindeki makamdan, düşüncemizden korktuk. Kendimizde zaten istiyorduk. Allah yöneltti fakat 10-15 senede ancak hakkından gelebildik. Şu anda belki ustalık dönemine geçmiş olabiliriz. Çünkü “ney” koskoca bir derya. Hakkından gelinmez öyle kolay kolay… Kamışın hücresi yapısı var. Kişinin dudağı var. Bunun sekiz ek yeri, dokuz boğumu, yedi perdesi var. Onun için sabit akorda uyma hususunda, yani kırk kağnı daha ekmek yememiz lazım.

Neyin tasavvuftaki yeri ve manası nedir?

Ney aslında bir tabu olmuş gibi bir şey fakat buna takılıp kalmamak lazım. Tabu olmuş dememin sebebi şekle takılıp kalmamayı ifade etmekti. Şekil önemli değildir, zira ney sonuçta bizi amaca yönlendiren bir araçtır. Yani bu amaca ulaşmak için bir vasıtadır. Sözlerimizin başında da söylediğimiz gibi ney aşığın aşkını, fasığın fıskını arttırır. Telli olmayan bu enstrüman, üflemeli olup insanın gayretine daha da yakındır. Eski kültürlerden hiç bahsetmeden, Çinlilerden Avrupa’ya kadar bu Türk milletinin kullandığı bir alet. Farabiler, İbni Sinalar çıkmış, belli bir ilim seviyesine oturmuş bir hâl… Bunlar eski nesilde usta çırak ilişkine gittiği için çok zor bir mevzu… Yazılı kaynak olmadan, aşırı ilgimiz sayesinde daha da rahat öğrendik bu işi. Bir tespih ustasının hangi vadide nasıl bir ağaç yetiştiğini bildiği gibi, Mimar Sinan’ın bir eser ortaya koyarken her seferinde kendi bölgesine ait taşları, toprakları kullanması gibi biz de bu merakımızın inceliklerini öğrenme gayreti içerisinde olduk. İşin içine tam manasıyla girince, yaptım demekle kalmayıp ilmî olarak da, teknik olarak da en iyisini ortaya koymaya çalıştık. Zaten esas vazifemiz de buydu. Her zaman doğru yapayım diye uğraştık. İşin içine battık ama boğulmadık, ayaktayız Elhamdülillah…

Ney yapımıyla ilgili olarak neler söylemek istersiniz?

Ney yapımıyla alakalı; her neyzen kendi neyini açacak gibi yanlış bir kavram var. Buradaki neyi açma deyişinden kasıt neyzen hangi perdeyi veremiyorsa o perdeyi aşağı yukarı oynatmaktır. Ney açma dendiği zaman olay tamamen değişir. Bu işin bu kadar zor olduğunu biliyordunuz, onun için ilgilenmediniz, bakalım bu ne yapacak diye… Yıllarca sabırla çalıştık burada. Her insan bildiği işi yapacak, herkes pilot olamaz, herkes sat komandosu da olamaz. Kamış deyip geçmeyin, yüzlerce kamış var. Niyazi Mısrî Hazretleri; “Hakikat şehrine, yüz binde bir girer” diyor tasavvufî manada. Yüzlerce kamış açmadan ney açtım denmez. Şimdiki yeni yetmeler on beş dakikada ney açtım diyor. Kamışı alıyor, içine harcı sokuyor, yedi delik açıyor, zaten her şey hazır, başparesi bile hazır… Üç metrelik kamıştan çok rahat dört tane kamış çıkartabilir ama öyle değil, adam iki ay boyunca Akdeniz’de, Ege’de dolanıyor. Hatay Samandağı’ndan Çanakkale'ye kadar 700 kamış topluyor. İçinden 40 tane ney kamışı çıkıyor. Bunu bilmek önemli, peki sen bunu görmediysen, kaynaklardan geçmediysen, elbette bir boruda ses verir, plastik de ses verir… 

Nasıl ney açacaksın, yani bize yardım eden ustalarımız olmasaydı bu seviyeye asla gelemezdik. Ustalarımdan çok yardım aldım, çok sohbetler ettim. Her işi ehli yapacak yani. Bu işi menfaat için yapanların açtığı neyden bırakın ses çıkmasını, doğru dürüst üflenmez bile. Bu işin de bir kuralı var. İleride söz sahibi bir musikişinas olacaksan aldığın neye de dikkat edeceksin. Niyazi Sayın geldiği zaman bu edep ile Konya'ya çağırdık. İlahiyat talebeleri çok memnun oldular, dinlemek istediler, hoca kamışı anlatacak diye amfiyi doldurdular. Hoca geldi, kırmadı bizi, sohbete insan-ı kâmille başladı, insan-ı kâmille bitirdi. Hani kamışı anlatacaktı? Yani tasavvuftaki yerini sorarsan, öyle bir şey tabulaştırıldı ama başı varlık, sonu yokluk olan yedi nefis mertebesi var.

İyi bir neyzen hangi aşamalardan geçerek yetişir?

İlk önce neye sadakat olması lazım. Devamlı üflemesi lazım. Ben ameleliğini yaparken üflemesini bıraktım. Ara verdiğim için çok geriledim. Acemi bir insan benden çok daha güzel ses çıkartabilir. Ben bir çok şeyi biliyor olabilirim ama iş üflemeye gelince yapamayabilirim. Bu aynı bir jimnastikçinin antrenmanı gibidir. Üflemeyi bırakmayacaksın. Talebelik bittiği zaman sınıf atlaması lazım. Yani “ney”i, notaları, besteleri öğrendikten sonran bunu daha da açabilecek insanlara gitmesi lazım. Mesela bir devlet sanatçısı olan Sadrettin Özçimi Abiye aldığının iki katını vererek adam yetiştirilmesi sağlanmalıdır. Konyalı olması sebebiyle bu işi memnuniyetle kabul edecektir. Arjantin, Brezilya, Amerika devlet görevi olarak yazı yazar konsolosluğa mecburen oraya giderler. Sadrettin Abi gibi onlarcası var, bu insanlar gözünü kapatıverse kim talebe yetiştirecek. Demek istediğim bu değerlerimizden faydalanıp, yeni yeni sanatçılar yetiştirmeliyiz.

Ünlü neyzenlerden kimleri tanırsınız? Onlarla ilgili hatıralarınız var mı?

Niyazi Sayın en ünlüsü zaten, kutbü’n-nâyîdir.Sadrettin Abi var, Ömer Abi var. Hepsiyle de çok hatıralarımız var. Onların yanına varınca durur, lal oluruz. Onlar konuştukça, üfledikçe kültürün ağırlığı basar. İşine âşıksan, feyzin artar. Bir işi nefsanî amaçlarla yaparsan kahrolursun. Hoca talebe ilişkisinde elbette çalışacaksın, elbette eksiklerin de olacak ama asla bıkmayacaksın. Onlarla beraber olmak, ana kaynağa yakın olmak gibidir. Şaire soruyorlar, yeni şairlere ne buyurursunuz? Adam da şaşırıyor, şair sonradan olunmaz, şair doğulur. Bu insanların değeri anlatılamaz. Onlarla geçen her anda unutulmaz öğütler, hatıralar saklıdır. Mesela Tamburi Cemil Bey son zamanlarında insanlardan kaçmış, kalabalıklardan bıkmış, İstanbul’un eski kedili, köpekli, sakin mahallerini seçmiş. Yani gönül enflasyonu var. Veli velidir, büyük büyüktür. Çalışmaya, gayrete, yetiştirmeye devam… 

Mevlevilik hakkında neler söylemek istersiniz?

Bu konuda bayağı bir düşündüm. Bu konular çokça konuşuldu ama âcizane bu konuda laf edemem. Hz. Mevlâna neyi çalgı için kullanmadı. O mübareğin derdi ayrıydı. Yanıyordu, yıkılıyordu, yani Şemsi gördüm diyene hırkasını, cübbesini, postunu hediye etti. Onun bir yangını vardı. Onun için neyi kendine dost edindi, sırdaş edindi. Kahvesi yok, topu yok, solu yok, sağı yok eskinin böyle Müslümanlığına çok heves ederim. Yani Horasan için derler ki, sağına dön yeşil sarıklı evliya, soluna dön âlim… Keşke biz cahil bir vatandaş olsaydık orada… O insanlar inançlarında o kadar samimi ki şu andaki İlahiyat profesörleri bile onlara erişemez. Bu bakımdan Hz. Mevlâna “ney”i kendine bir araç olarak görmüştür. Tasavvufî anlamda hedefe ulaşabilmek için “ney”i bir vasıta olarak görmüştür. Sen teslim ol üfleyene, sana ruhu üfleyene teslim ol… Cenab-ı Hakka teslim ol. Öyle ise Yunus Emre gibi yaratılandan ötürü, yaratana hizmet et. Hem dünyayı yaşarken, hem de ölümden sonra bir diriliğe inanıyorsan öteki tarafın arzusunu çek. Cemalinin sevdasını çek.

Ladikli Ahmet Amcaya kimse inanmazmış vakti zamanında, göçtükten sonra ancak anlamışlar değerini. Neyzen Tevfik de bir milleti uyarmak adına kendi geleceğini, gençliğini, o anki yaşantısı feda edip, bir meczup gibi yaşamıştır. Bir ikazı var topluma, hangi akıllı çarşıya çıksa, bağırsa dinlenir ki… Onun için meczupluğa vurmuş işi… Ama konuşan deli olsa, kırk kişi toplanır. Fakat Cenab-ı Hakkın sırlarına en kavi olanlar belkide meczuplardır. Hepimiz vatandaşız ama vatandaşlık şuuru onu yapabilene. Bu bakımdan Mevlevilikte“ney”in yeri bayağı büyüktür. Hz. Mevlâna, Mesnevisinde musikiye vakıf bir insana denk gel ki hicaza geçesin diyor. Kendisinin değil ama oğlu Sultan Veled’in rebap çaldığı söylenir. Musikide kudimleri bilmem ama neyleri zaten vardı. Yani geçmişin tasavvufî musiki kalıbını bence Hz. Mevlâna dondurdu. Şimdi çok divanlar var ama bu divanların ilahi şeklinde bir makamla söylenmesi çok önemli. Oranın bir dergâh olarak kullanılması ve aşığın Allah demesi sözün bittiği yerde işin içine “ney”in girmesi bu çok önemli. Cenabı Hak ağaçta, güzel bir levhada, manzarada bu güzelliği verdide bu güzelliği başka şeylerle ifade edemez mi? Musikinin de güzelliğin bir ifade şekli olduğunu sanki Hz.Pir biliyordu.Manen musikinin de bu yönünü kullandı. Yani dinle “ney”den derken, tasavvufî olarak İnsan-ı Kâmili dinle demek istiyordu. Neler söyleyecek, neler tutacak, tut yolunu diyordu.

Tanınmış kişilere ney yaptığınız ya da gönderdiğiniz oldu mu?

Abdullah Gül'den eşi Hayrünnisa Gül’e tutun da şu anki Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a varıncaya kadar Konya’ya misafir olarak gelen pek çok siyasetçiye ney yaptım. Hz. Mevlâna’yı anma törenlerinin türbede yapıldığı dönemde ihtifallere gelen siyasilere sırf 16 tane ney verdim. Belediye araçlığıyla hediye ettik. Konya’da meslek olarak değilse bile kültür olarak bu iş yaşatılmalı. Çünkü Konya demek, Mevlevilik demektir. Hiç olmazsa bu işi kültürel olarak ele alalım. Konya olarak bu işi sağlam tutarsak bir sünnet düğününe semazen çıkamaz! Vaktiyle ney üflerim diye Mercan Dede çıktı, podyumda bir playback yaptı. Etrafında da açık saçık bayanlar dolanıyor. Ama ne yazık ki o zaman yeterince karşı çıkılamadı. Bu iş böyle olmaz, bu işin bir kuralı, kaidesi var. Bu işlere Konya’da yeterince ilgi gösterilmiyor ne yazık ki…

Ney yapımıyla ilgili bir eğitim vermeyi düşündünüz mü? Çırak, kalfa yetiştirme imkânınız oldu mu?

Ben kendimi bu yolda doğal olarak buldum ve anlatılmayacak derecede maddî ve manevî olarak bazı haller yaşadım. Bu iş bir kutsal emanet gibidir. Bakılmaz kimin açtığına, ne yaptığına, herkes yapan olur. Ama dava üstüne durabilmek önemlidir. Bu bakımında buraya gelip giden, aklı erenler, hin olanlar çok zaten. Belli işler, belli standarttan aşağıya inmez. Neylik kamışı tam manasıyla bilen nadir insan çıkar. Anneme fasulye kamışı olarak verdiğim kamışları ney olur diye götüren çok insan var. Öğrenenler hemen usta olduk diyorlar. Piyasada çok var böyleleri. Bana bu emaneti alacak birisi henüz gelmedi. Gelenlerin hepsi bir beklenti ile geldi. Abi neyi kaça veriyorsun? Diyenlere, 300 liradan başlayıp 1000 liraya kadar veriyorum deyince, iyi valla fabrikayı kurmuşsun dediler. Ama hangisi satılık diye sormadılar. Şurada gördüğün neylerin hepsi satılık değil. Çeşnisi var. Ney kamışı nasıl seçilir? Demediler. Bir kamıştan ney açılması için kaç sene tatlı badem yağında yatması gerektiğini sormadılar. Bu işin de çok incelikleri var, istemesini bilmeyene neyi nasıl öğretebilirsiniz ki… Böyle bir şeyin ne kadar ticareti olur? Ben şimdi ney kamışı bulamazsam, ne yapabilirim?

RÖPORTAJ: ALAADDİN ALADAĞ

Editör: TE Bilişim