Bu haftaki konuğumuz Bayburt doğumlu bir şair Mithat inci. Kaderin bir cilvesi olarak doğduğu yerde kalamayan Kırıkkale'de uzun süre ikamet eden Mithat İnci emeklilik yıllarında Konya'da yaşamayı tercih etmiş. Şiirlerini yazmaya burada da devam etmiş. Daha önce Kültür Sanat sayfamızda şiirlerini yayınladığımız Mithat İnciyi bu defa hayat hikayesi ile konuk ediyoruz.

 

Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?

1948'deBayburt'un Helva Köyünde doğdum. İlkokul 1. sınıfta iken Kırıkkale'ye taşındık. Başka da okuyamadım. Kırıkkale'de, İstanbul'da inşaat işlerinde çalıştım. 10 sene önce de Konya'ya taşındım. Ankara yolunda ikamet etmekteyim. 2'si erkek, 4'ü kız olmak üzere 6 çocuğum var. Kızlarımın hepsini evlendirdim. 6 torunum var. Oğlumun biri Malatya'da imam diğer oğlum da iki aylık asker...

Konya'ya geldiğinizde buranın halkıyla uyum sağlayabildiniz mi? Sizi dışladılar mı yoksa bağırlarına basıp aralarına kabul ettiler mi?

Konya'da şiveye pek alışamadım. Kahvehanede yahut bir toplantı esnasında ve ya üç beş kişiyi oturur görüp selam verip yanlarına oturduğumda, "Nerelisin?" diye soruyorlardı. Ben de "Bayburtluyum" deyince, "E, neden geldin o zaman?"diyorlardı. Ben de çok üzülüp kalkıp gidiyordum. Bazen de "Sana benim neden geldiğimden, gelmek için senden izin mi alacaktım!" diyerek adamlara çattığım da oluyordu. Meğer lisanları öyleymiş. "Neye geldiysen bilelim, bir ihtiyacınız var mı?" diye halimizi hatırımızı soruyorlarmış. Sonradan alıştık konuşmalarına.

Okul hayatınızı neden yarıda bıraktınız?

Babamlar Kırıkkale'ye göç ettikleri için okula devam edemedim.

Kırıkkale'de niye devam etmediniz. Bulunduğunuz yerde okul yok muydu?

Kırıkkale'de okula devam edemedim. O zaman bir iki yerde okul vardı. Babamla gittik. Biraz yaşım büyük diye okula almadılar. Babam da "niye almıyorsunuz?" diye adamlara çıkıştı. Biraz alttan alıp rica etseydi okula alacaklardı. Bize "çık! çık!"diyerek dışarı çıkarttılar. Oysa almak zorundaydılar. Böylece Kırıkkale'deki okul hayatım başlamadan bitmiş oldu. O yüzden okuyamadım.

Bazı harf yanlışları olsa da yazdığınız şiirler düzgün. Oyup yazmanızı geliştirmek için her hangi bir uğraşınız oldu mu?

Okumayı ilerletmek için, yazı yazmayı unutmamak için ne yapabilirim diye düşünüyordum. Âşık Sümmani'nin bir kitabı elime geçti. Ben de tek tek heceleyerek kitabı okudum ve yazı yazmayı geliştirdim.

Şiir yazmaya ne zaman başladınız?

Âşık Sümmani'nin şiir kitaplarını okurken bende de bir heves geldi. Hep düşünüyordum; hatta hayal ediyordum: "Bir gün ben de Âşık Sümmani gibi şiir yazabilecek miyim diye."  Onun şiirleri bana ilham kaynağı oldu ve 17 yaşına geldiğim zaman ben de onun gibi şiir yazmaya başladım.

İlk etkilendiğin şair Sümmani diyebilir miyiz?

Evet, ondan çok etkilendim. Daha sonra diğer halk şairlerini tanıdım. Âşık Veysel'in, Reyhanî'nin şiirlerini okudum. Reyhanî'nin deyişlerini çok beğenirim.

Saz çalmayı denediniz mi hiç?

Saz çaldım, pratik çaldığım için nota bilmiyordum. Öyle düğünlere gidecek kadar çalamıyorum. Sazda da Neşat Ertaş'tan etkilendim. Onun evi bir ara Kırıkkale'deydi. Bütün düğünlerde Neşat Ertaş vardı. Kırıkkale halkı onu çok severdi. Bütün düğünler katılır, ben de onu çocukken bir kenara oturur dinlerdim. Allah rahmet eylesin.

Her hangi bir aşığın dizinin dibinde oturup da ondan saz dersleri almayı düşünmediniz mi?

Öyle bir şeye fırsat olmadı. Çalışma hayatına daldık. Küçükken babam kalaycının yanına götürdü, çırak verdi beni. Boş vakitlerde Kırıkkale'de saz yapan bir adam vardı. Aynı zamanda çalıp söylerdi. Ben de onun yanına bir müddet gidip geldim. Şemsi Yassıman oraya geldi.( Neşat Ertaş'tan daha önce Kırşehirli bir sanatçı. İstanbul radyosunda filan görev yaptı.) Neşat Ertaş'la birlikte o gece Şemsi Yassıman'ın evinde kaldık. Saza merakım var ya. Babam da bir sürü kızdı bana neden kaldın diye. Ertesi gün iş var çünkü. Kırıkkale'de sanatçı arkadaşlarım var. Ekrem Çelebi var. Burada (Konya) Adnan Demirci'ye bir şiir verdim, "Düşlerime Girme Benim." diye. Okudu. "Kırşehir"le ilgili şiirimi Ekrem Çelebi okudu. Sözleri de müziği de bana ait dedi çıktı. Sözleri benim. Ekrem Çelebiye verdim, "Baba Sultan" diye bir şiir.

Eğitime özlem duyuyor musunuz? Keşke okusaydım dediğiniz oldu mu?

Duymaz mıyım hiç. Zaman zaman hayıflanırım, "keşke okusaydım" diye. Okumaya karşı aşırı bir ilgim vardı. Bu özlemi hâlâ içimde taşıyorum. Türkiye Gazetesinde çalışan biri vardı. Soy ismi Karaca, ismini hatırlayamıyorum. Dedi ki "Ben, Edebiyat Fakültesini bitirdim. Senin gibi şiir yazamıyorum." Dedim ki "Şiir yazmanın tahsille filan ilgisi yok." Bana, "Tahsilin olsaydı, daha bir başka olurdu." dedi. Tahsili de maalesef yapamadık işte.

Şiir anlayışınız nasıl, serbest tarza yazılan şiirleri beğeniyor musunuz?

Türk şiirinin özelliği hece vezniyle olmasıdır. Şiirde hece çok önemlidir. Serbest yazılanları ben anlayamıyorum. Okurken bana zevk vermiyor. Sanki düzyazı okurmuşum gibi yavan geliyor. Bir de şiirde bütünlük aranmalı. Konu fazla dağıtılmamalı. Şiirde Mevlana anlatılacaksa Mevlana'yla bitmeli, tutup da şiirin orta yerinde Karacaoğlan'dan bahsedilmemeli.

Şu an bir yerde çalışıyor musunuz? Her hangi bir sağlık güvenceniz var mı?

İnşaatlarda çalışarak 12 sene önce emekli oldum. Sigorta primlerimi dışarıdan ödeyerek yatırdım. Kışın çalışamadığım zamanlardaki sigorta borçlarını yazın çalışarak daha fazla ödemek suretiyle aradaki farkı kapattım. İyi ki de çalışıp dışarıdan sigortamı yatırmışım. Şu anda yaş 67'ye geliyor. Bundan sonra çalışamazdım her halde.

Sigorta primlerimi yatırmamın ilginç bir hikâyesi vardır. Sigorta primlerimi yatırmama birileri sebep oldu. Kırıkkale'de bir çay ocağında çay içerken karşımızda bir lastikçi vardı. Lakabına "Uzun" diyorlar. Çay ocağına bir ihtiyar geldi, adamın birisi kalktı, ihtiyarı kapıdan içeri bırakmadı. "Niye geldin, git, gelme! Ne işin var burada?" diye adama çıkıştı, azarladı. Adamda da nefes darlığı varmış, ağzına bir fısfıs sıktı, ağlayarak geri dönüp gitti. Sonra ocakçıya sordum "kim bu adam? Dedi ki; "babası." Babasını içeri almıyor, bir de niye geldin diye azarlıyordu. Ben orada çay içerken o adamın durumuna düşmemek için hemen sigorta primlerini yatırıp emekli olayı kafama koydum.  Bu olay bana ders oldu. O günden sonra sigorta primlerini hiç aksatmadan yatırdım.

Babanız şiir yazmanıza ya da saz çalmanıza nasıl baktı, kızgınlık gösterdi mi yoksa destek mi oldu?

Babamı 17 yaşında kaybettim, ağabeylerim kızdılar saz çalmama. Baktılar ki olmuyor sonra bıraktılar. Saz çaldım, güzel de çalıyordum. Ama babam ölünce bıraktım. Zaten ondan da ekmek yemiyordum, düğünlere filan gitmiyordum. Saz tamir eden ve imal eden bir usta vardı. Bazen ben de orada bulunur, kendi halime bazı türküleri çalardım. Kamil Abalıoğlu, oraya gelir, bizim nasıl çaldığımıza bakardı. Neşat Abalıoğlu, Kamil Abalıoğlu gibi Niğde civarında bulunan âşıklar ustanın yanına gelir neler çalıp söylediğimizi kontrol ederlerdi.

Âşıklar bayramına katıldınız mı?

Âşık olarak katılmadım. Birkaç sefer dinleyici olarak katıldım. Ben biraz da İstanbul'da oturdum. Âşıklar, İstanbul'a gelirdi. Sümmani'nin Hüseyin diye bir torunu da gelirdi. . Kırıkkale'de de Ankara'da da dinleyici olarak katıldım. Murat Çobanoğlu'nu dinledim Kırıkkale'de. Reyhani ile beraberdiler. Onları çok severdim. Ankara'dan Mustafa Aydın, Konya Televizyonunda program yapan Zeki Erdali gelirdi. Bunlar beğendiğim ve severek dinlediğim âşıklardır.

Şiir yazarken kimi örnek aldınız?

Sümmani'nin şiirlerini seviyordum. Yunus Emre'nin şiirlerini seviyorum. Ama kendi yazdığım şiiri bile ezberimde tutamıyorum. Kırıkkale'de şiir şölenleri çok düzenlenirdi. Liselerde güzel şiir okuyan bayan öğretmenler vardı. Onlar ayda bir iki defa şiir okuma şöleni düzenlerlerdi.

Sene kaç?

Bundan 12 sene önce filan. Hâlâ devam ediyor. Kırıkkale'de var; ama burada yok. Kırıkkale'de benim şair arkadaşlarım vardı. Bir emekli yüzbaşı vardı, Asım Yekeler, o düzenliyordu. Orada Feyzi Halıcı ile tanıştık. Keskinli Yetimi (Doğan Kandemir), Cengizhan Altıntaş var. Cengizhan Altıntaş'ın şiirini şarkı olarak Zeki Müren okurdu. "Ağlama Değmez Hayat" şarkısının sözleri Cengizhan Abimize aittir.

Sizin en çok hoşunuza giden şiiriniz hangisidir?

İnsanın çocukları nasılsa şiirleri de öyledir. Şiirlerimin hepsini seviyorum. Az önce size verdiğim "Sevdam Türkiye" mi seviyorum. O şiir benim çok hoşuma gitti. Ondan sonra bir "El Gızı" şiiri yazmıştım. Onu her gittiğim yerde bayan öğretmenler özellikle okumamı isterdi. Önceleri yadırgadılar, beni dışlar gibi yaptılar. Sonra alıştılar ve gittiğim yerlerde "Mithat Bey, "El Gızı" şiirini bir oku!" derlerdi.

EL KIZI

Gençliğimde tığ gibi bir yiğittim

Saçımı başımı yoldu el kızı

Her akşam bir dırdır canımdan bıktım

Ömrümü ikiye böldü el kızı

***

Beni benim kardeşimden ayırdı

Horladığımı yedi köye duyurdu

Komutan kesildi emir buyurdu

Komandayı ele aldı el kızı

***

Nişanlıyken halı kilim dokudu

Üzerine maharetli yokudu

Pehlivan kesildi meydan okudu

Beni yerden yere çaldı el kızı

***

On senede dokuz çocuk doğurdu

Bana benden daha hızlı bağırdı

Alo imdat dedi polis çağırdı

Başımı belaya saldı el kızı

***

Kaç senedir tutturmuş bir balayı

Eğer yitirmezsek bulduk belayı

Ağlıyorum kaderimden dolayı

Ben ağlarken kıs kıs güldü el kızı

***

Birinci kavgada kalbini kırdım

Bu arada ben de çok hasar gördüm

Erkekliğim tuttu bir tokat vurdum

Beni defterinden sildi el kızı

***

…

 

Başınızdan geçen ilginç bir hadise var mı?

Başımızdan geçen çok ilginç olaylar var. İki ilginç olay var ki bunları hiç unutamıyorum. Biri Bayburt'tan Kırıkkale'ye gelirken, diğeri Kırıkkale'deki evimizin inşaatı esnasında sofraya oturduğum için babamdan yediğim dayak. Bayburt'tan gelirken Aşkale'ye gittik. Annemle- kardeşlerimi Kırıkkale'ye önden göndermiştik. Babam parasızlıktan yarım bilet almak için adamlarla pazarlık yapıyordu. Adam diyor ki "Olmaz babacığım kocaman adam!"diyor, babam "yok, küçük." Başımdan bastırıyor; "küçül oğlum, küçül!" diyor. Beni küçültmeye çalışıyor, yarım bilet almak için.

Biz köyden çıkmadan önce babam Kırıkkale'de iki usta getirtmişler, iki göz oda yapmışlar, evin geri kalan inşaatı devam ediyordu.  Ben çok küçüğüm o zaman. Sofra kuruldu. Tek çeşit yemek pişirilmişti. Benim oturmamam için babam işaret ediyormuş, sen sonra ye diye; ama ben anlamadım. Sofraya ustalarla birlikte oturdum. Sora bezinin altından bacağımı sıkıyor; ben zannediyorum ki "çabuk çabuk ye." Ben çok hızlı yedim, ustaların yiyeceği yemeği fazlasıyla ben yedim. Ustalar kalktıktan sonra "ulan az ye dedikçe sen kaşıkları kaldırıp indirdin" diyerek babam beni iyice bir dövdü. Bu dayağı hiç unutamıyorum.  Her sofra kurulduğu zaman o sahne gözümün önüne geliyor.

Kırıkkale'ye ne zaman göç ettiniz?

1959'da göç ettik.

Kırıkkale'ye alışabildiniz mi? Bayburt'un halkıyla Kırıkkale Halkının arasında misafirperverlik, yardımlaşma, gidip gelme açısından bir fark var mı? Sizi kabul edip aralarına aldılar mı yoksa dışladılar mı?

Dışlama yok. Bizim köyümüz gibiydi. Oradan gelmiş, buradan gelmiş hiç fark gözetmediler. Kırıkkale'ye tabiî ki alıştım. Çocukluğum orada geçti. Kırk seneye yakın bir ömür orada geçti. Plaka 71 gördüğüm zaman soruyorum neresindensiniz diye. Hatta kızlarım orada evli. Biri orada evli, biri Irmak'ta duruyor Kırıkkale'nin kasabasında.

Türk müziğine gençlerin ilgisi nasıl?

Benim anlamadığım, üzüldüğüm husus gençlerin yabancı müziğe hayranlık duyması. Gençlerimiz yabancı müziği dinliyor, salonları tıklım tıklım dolduruyorlar. Türk müziği ya da türkü dendi mi hiç ilgileri yok. Salonlar bomboş.  Dışarıdan bir yabancı geldiği zaman ne dediğini anlamadıkları halde gençler buna hücum ediyorlar. Ben buna üzülüyorum. Bizim öz müziğimizi dinleyen yok.

Türk müziği garip, öksüz ve yetim mi demek istiyorsunuz?

Aynen öyle. Türk müziği öksüz ve yetim… Adam çıkmış sağa sola hopluyor zıplıyor, rağbet görüyor; ama Türk müziğine hiç rağbet yok. Şu şiirler yardım eden olmazsa ziyan olup gidecek. Tek başıma bastırmaya imkânım da yok.

Devletimizden ya da halkımızdan ne beklersiniz?

Şiirin sevdirilmesi için televizyon kanallarında radyolarda yer verilmesini, gençlere tanıtılmasını istiyorum. Konya'ya kaç devletten topluluklar geliyor. Bir tane de halk müziğinden gelsin, iki âşık gelsin. Bu gençler de yabancı müziği dinleye dinleye onlara adapte oluyorlar. Müzik kanallarının TRT'nin Türk müziğine çok önem vermesi lâzım…

Ailenizde senden başka şiir yazan var mı?

Yok. Dedem varmış Erzurumlu, onu tabii tanımıyorum. Hoy şehrine gitmiş, bir müddet orada kalmış. Daha sonra "Hoylu" mahlasını almış, onun varmış şiirleri. İsim olarak var, henüz şiirlerine ulaşamadık.

Çocuklarınıza tahsil yaptırdınız mı?

Çocuklarıma orta derecede tahsil yaptırdım. Oğlum ortaokulu bitiremeden ayrıldı, mobilyacı oldu. Öbür oğlum İlahiyatı dışarıdan bitirdi, şu anda Obruk'ta imam.

İçinizde bir ukde kaldı mı?

Tabii. Ben okuyamadım maalesef. Ben imkânsızlıktan dolayı okuyamadım.

Konya'ya gelince tanıştığınız, oturup sohbet ettiğiniz âşıklar oldu mu?

Konya'da Zikri Aliyar ile tanıştım. Ticaret odasından emekli oldu. Bazen onunla dertleşiyoruz. Ben yazdığım şiirlerimi gösteririm o da yazdığı şiirleri okur. Daha sonra Tevekkül Etli Ekmek'in sahibi Seyfi Merâmi ile tanıştık.

Ayda bir toplandığınız oluyor mu?

Yok. Burada öyle toplanacak, şiirler okunacak çalıp söylenecek bir mekânımız yok. Kırıkkale'de vardı. Ayda bir toplanırdık.

Böyle bir şey yapmayı düşünür müsünüz? Evinizi veya herhangi bir mekânı gençlere açıp, onları bir araya getirip şiir ve musiki dinletisi yapmayı düşünür müsünüz?

Ev de olmaz da böyle âşıkların bir araya gelecek bir mekânı olması lazım. Bunu da kim yapacak. Belediyeler yapabilir. Belediye bize bir yer gösterirse neden olmasın. Ankara'da Gençlik Parkı'nda vardı. Konya'da yok.

Peki, sizin Belediye başkanından böyle bir yer talebiniz oldu mu?

Onu ben demedim de âşık Zikri Aliyar söylemiş. Bize bir yer verin. "Bizler birkaç âşık toplanalım, çalıp söyleyelim. Gençler de bizi dinlesin." Hiçbir yerden destek alamadığını söyledi. En son Karatay'ın kaymakamı Yüksel Ayhan'la tanıştık Zikri ile beraber gitmiştik. Toplanmamız için yer talep ettik. Dedi ki "Ben iki gün sonra gideceğim, tayinim çıktı. Daha önce gelseydiniz size bir mekân arayışına girerdim. İki gün sonra gidiyorum." Anlayacağınız bu görüşmeden de bir netice alamadık.

Aslında işin peşini bırakmamanız lazım. Bıkıp usanmadan Belediyenin kapısını aşındırmalısınız.

Aslında bıkmadan gidip geldik. Belediyenin kapısını aşındırdık. Mehmet Hançerliye şiir bile yazdım. Beni Kültür Müdürü Mustafa Çıpan'ın yanına gönderdi. O da bütçenin yetersiz olduğunu söyledi. Şiirleri bilgisayara yükledi. "Bizim bir yayın kurulumuz var, onlar incelesin. Biz sana yardımcı oluruz." dedi. Aradan bir sene geçti hâlâ ses seda yok. Bütün bu caz ve pop müziklerine para var; ama şu şiirlerin kitap haline getirilip yayınlanması 3000 lira olur, ne olur yani.

Kitabın yayınlanmaması, sizin içinize dert olmuş anlaşılan.

Ben bu kitabı bastırarak para kazanmak sevdasında değilim. Tek derdim bu şiirlerin ziyan olmaması, gençlerin okuması. Tek üzüldüğüm nokta vefasızlık. Uzaktan akrabam, hanımın yeğeni vardı, Talha Bora Öge. Yüzüklerini bile ben takmıştım. Sonradan yanına gittim, beni tanımazlıktan geldi. Semih Sergen, tiyatro sanatçısı, Toprak Sergen'in babası… Onunda şiirleri vardı. Bavuluna koyar gittiği yere taşır, dinleyicilerine okurdu.

En fazla üzüldüğü nokta şiirlerin başkaları tarafından sahiplenmesi; yani çalınması

İbrahim Tatlısesin programını izliyorum Arif Sağ ile. Dedi ki "Diyarbakırlı Hamza çok keriz." Arif Sağ, doğruldu, kızarak, "Niye keriz?" dedi. Sen Ayağında Kundura ile meşhur olmadın mı? O da "oldum." Dedi. O türküyü ondan almadın mı, adama öyle mi demek lazım. Allah razı olsun desene." Haydi, sen programına devam et dedi.

Kırıkkale'de inşaatlarda çalışan Yozgatlı Mehmet arkadaşımız, İbrahim Tatlıses için "Beş para etmez" dedi. Sordum niye. Dedi ki "Mavi Mavi" türküsünün sözleri bana ait. Ben şiirimi verdim, ismimi bile zikretmedi. Filmini yaptı, kasetini yaptı bana bir teşekkür bile etmedi." Aradan 10 sene geçti. Spiker diyor ki İbrahim Tatlıses'e "Sen bu türkünün sözlerini nereden aldın?" "Sana ne?" diyor. Spiker ısrar ediyor, "Bu türkünün bir hikâyesi vardır, kimden aldın? Tatlıses, "Yozgatlı Mehmet Ağa'dan aldım" diyor, adamın gerçek ismini söylemiyor.

Diyarbakırlı Hamza, kışlaya kardeşini görmeye gitmiş. Herkes gelip askeriyle görüşmüş, etraf bayram yerine dönmüş. Çıkışta kardeşine söylemiş. "Kışlalar doldu boşaldı bu gün" Her türkünün bir hikâyesi var. Değilse bir kışlalar türküsü ortaya çıkmaz.

Aşık Mithat İnci'ye bizlere zaman ayırıp duygu ve düşüncelerini paylaştığı için teşekkür ederiz.

ANUŞ GÖKCE