Gözlerinizi kapattığınızda açıkken gördüğünüzden daha renkli bir dünya seyrettiğinizi fark ettiniz mi hiç? Bunun imkânsız gelmesi çok normal zira etrafında renkli dünyalar dönen birinin bu dediğimi yaşama şansı yok. 

Ne zamandır gri rengin hâkim olduğu bu sokakta, gri beton kaldırıma diz çöküp oturduğumu hatırlamıyorum. Artık bacaklarımı da hissetmiyorum. Hava çok soğuk; üzerimdeki eski, koltuk altları sökük mont beni ısıtmaya yetmiyor. Arkadaşım Halil’in durumu benden daha kötü; pantolonunun dizleri yırtık ve bir ayakkabısı bile yok. Benden bir yaş büyük olduğundan üşüdüğünü belli etmemeye çalışıyor ama nefesini yumruk yaptığı ellerine hohlayarak ısınmaya çalışıyor.  Bu dar sokakta yan yana oturmuş aynı kaderi paylaşır gibi kâğıt mendil satıyoruz. 

Önümüzden geçen telaşlı insanların bir çoğu bizi fark etmiyor bile. Yoksa mendil satan çocuklar fark edilmeyi hak etmiyor mu? Varlığımızı fark edenlerin de hep acelesi var nedense; parayı verip yüzümüze bile bakmadan gidiyorlar. Bazen sokak köpekleri geliyor yanımıza, soğuktan; dahası üzerine oturmaktan uyuşmuş bacaklarımızı sürükleyerek kaçıyoruz. Ellerimiz annesiyle beraber önümüzden geçen çocuklarınki gibi yumuşak değil. Derisi sertleşmiş ve yer yer çatlaklar oluşmuş; rüzgâr, soğuk hava sızlatıyor.

 Öğleye doğru esnaf lokantalarından, köşedeki dönerciden ve iki blok ötedeki fırından mis gibi kokular geliyor burnumuza. Böyle zamanlarda Halil’in gözleri daha bir matlaşmış geliyor bana. Acımak, acındırmak, acıklı durumumuzu anımsatmak işine gelmediğinden olsa gerek. 

Sokağın bitiminde yeni bir alışveriş merkezi açılıyor. Kapısının önü oldukça kalabalık; camlarına indirim afişleri asılmış. Aynı anda içeri girmeye çalışanlar ve dışarı çıkanlar büyük zorluk yaşıyor. Kapısını çepeçevre donatan göz alıcı, renkli balonlar var. Yine girişe yakın bir yerde konuşlanmış seyyar bir tatlıcı ve onun hemen sağ tarafında rengârenk uçan balonlarını bağladığı uzun değneğini tutan baloncu. Açılışa gelen müşterilerin çocukları baloncunun etrafını sarıyor.

Ne güzel kırmızı, mavi, pembe, mor, turuncu, cıvıl cıvıl balonları seyretmek; şu pembeli yeşilli olanı benim olsa; bileğime sıkıca bağlasam, sokaklarda özgürce koşsam, koşsam… Bir yaz sabahında cıvıldayan kuş sesleriyle uyansam. Bir elimde taze simit bir elimde uçan balon; açlığın ve soğuğun ısırmadığı küçük bedenim rahat, ellerim bembeyaz ve pamuk gibi yumuşak. Balonumla havalansam mavi gökyüzüne, kuşlarla yarışsam; gökkuşağı pelerinim uçuşsa ve ben çok uzaklarda soğuğun, açlığın, gri betonların olmadığı iklimlere ulaşsam.  Masmavi derenin üzerinden geçerken aniden yön değiştirip bir ağacın dalına konsam. Ağaçta kırmızı, tatlı, sulu elmalar.  Sonra yine gökyüzü; derin ve geniş mavilikler… 

Üşüyorum hava daha mı soğudu ne? Gözlerimde bir tatlı uykunun yapışkan sürmesi; mavi gökyüzüne dalar gibi bırakmak istiyorum kendimi uykunun müşfik kollarına. Bedenim neden sarsılıyor? Anneciğim ne olursun birazcık daha! Yalnızca uyurken özgürüm ne de olsa. 

Yüzüme yediğim birkaç tokadın etkisiyle uykunun yapıştırdığı gözkapaklarımı aralıyorum. Karşımda Halil. 

Açılış bitmiş olmalı sokak artık akşam işten eve dönen insanların kalabalığına ev sahipliği yapıyor. Tatlıcı çoktan gitmiş olmalı. Baloncu seyrelmiş balonlarıyla yola koyulmaya hazırlanıyor. Annesinin elinden tutmuş küçük bir çocuk diğer elinin işaret parmağıyla gökyüzünü göstererek ağlıyor.  Pembeli yeşilli balon ipini peşi sıra sürükleyerek gökyüzünde nazlı nazlı süzülüyor. Bak Halil uçan balon bize gülümsüyor…