IŞİD elinde bulunan rehineleri serbest bıraktı. Bazı yorumlara göre ise Mit tarafından düzenlenen bir operasyonla rehineler kurtarıldı. Hangi seçeneğin doğru olduğu bizi ilgilendirmiyor. Önemli olan Konsolosluk personelinin IŞİD denilen örgütten kurtulup sağ salim ülkeye gelip ailelerine kavuşmaları.

Hatırlarsanız birkaç hafta önce yapılan NATO toplantısında IŞİD'e karşı ortak bir operasyon düzenlenmesi kararı alınmıştı. Türkiye bu karara, UŞİD örgütünün elinde bulunan vatandaşlarının can güvenliğini gerekçe göstererek faal olarak katılmayacağını belirtmiş ve hatta İncirlik üssünün kullanılıp kullanılmayacağı dahi tartışılır olmuştu.  

IŞİD elinde tuttuğu ve bu sayede Türkiye'nin birliğin için katılmasına engel olan böylesine önemli rehineleri hangi hesap içerisinde bırakmış olabilir. Son birkaç aydır medyada yer alan IŞID haberlerine tekrar göz atmak ihtiyacı hissettim rehinelerin serbest bırakılmasından sonra. 

IŞİD'in hedefinde İsrail veya her hangi bir Avrupa ülkesi yok. Tek düşman kendilerine göre sapkınlık içerisinde gördükleri Müslümanlar.

IŞİD'in hedef kitlesinde her ne kadar parçalanmış olsa da dışarıya karşı dik durmaya ve tek devlet görüntüsü vermeye çalışan Irak'ın birliğini bozacak ve merkezi hükümeti yıpratacak operasyonlar var.

IŞİD'in hedefinde Ortadoğu haritasından bir türlü silinemeyen, bir dönemler buranın bir Türk Yurdu olduğunun canlı tabusu olan Türkmenler var. 

IŞİD'in eylemlerinin temelinde İslam'a barbar yaftası takmak isteyen Batının elini güçlendirecek katliamlar var. Hiçbir Müslüman (aklı kıt dahi olsa) düşmanının eline iddialarını güçlendirecek koz vermez.

***

ABD ve Avrupa IŞİD denilen bu örgüte darbe vurmak için harekete geçiyor. Aslında yapılmak istenen, IŞİD marifetiyle olgunlaştırılan bölgenin yeniden dizayn edilmesi gerektiği fikrini uygulamaya sokmak. Bunun için de halen İslam Devletleri içerisinde en güçlü ve saygın bir yeri olan Türkiye'yi bu müdahalenin içine çekmek.  Türkiye rehineleri bahane edip operasyonda yer almak istemiyormuş. Öyleyse al rehinelerin senin olsun. Daha önce Konsolosluk personeli rehin alınarak Türk Milleti galeyana getirilmek istenmiş ve müdahale için gerekçe hazırlanmıştı. Bu tutmayınca ikinci plan devreye sokuldu. 

Şu anda hükümetin elinde operasyon dışında kalmak için bir gerekçe de kalmadı. Başbakan Davutoğlu, daha önce Bülent Ecevit'in bölücübaşı Apo'yu kucağında bulduğunda ne olduğunu anlayamadığı gibi bir anda rehineleri kucağında buldu. Bundan sonra top Cumhurbaşkanında!

***

Konya Barosu seçimleri yaklaşıyor. Şu ana kadar üç aday göreve talip olduklarını açıkladı. Bunlardan birisi halen Baro Başkanlığını yürüten ve Cemaate yakınlığı konuşulan Birlik Grubu adayı Fevzi Kayacan! İkincisi Milliyetçi kesim olarak adlandırılan ve daha önce de Baro Başkanlığı yapmış olan Hasan Özen. Üçüncü aday ise sosyal demokrat grubun çıkardığı ve desteklediği Hilmi Erkin!

Sanıyorum bu adayların hepsi birbirinden değerli hukukçudur. Hiç birisi ile şahsen bir tanışıklığım yok. Ancak Konya Basınında çıkan bazı haberler ve yorumlar beni bu konuyu yazmaya yöneltti. Bu iddiaların en can alıcısı, AKP'nin Birlik Grubu adayı Fevzi Kayacan'ı desteklediği idi! Son dönemlerde paralel yapı söylemi ile cemaate büyük bir savaş başlatan AKP'nin, cemaatçi olarak tanınan veya lanse edilen bir adayı desteklediği haberi bana abes geldi ve bu haberlerin kendileri de avukat olan AKP İl Başkanı Ahmet Sorgun, Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek, milletvekilleri Gülay Samancı, Ayşe Türkmen ve Kerim Özkul tarafından yalanlanmasını bekledim.  Maalesef böyle bir açıklama bu güne kadar yapılmadı. 

Yukarıda ismini zikrettiğim zevat'ın bir açıklama yaparak hiç olmazsa Fevzi Kayacan'ın paralel yapıyla bir ilgisi olmadığını veya AKP'nin bu olayın dışında olduğunu açıklamaları gerekirdi. Açıklama geciktikçe vatandaş, cemaat ile AKP arasında cereyan ediyormuş gibi gösterilen kavganın aslında bir şov olduğuna inanacak.  

Ben şahsen özellikle hukuk alanında siyasi görüşler yerine ehil olanların başkanlık için yarışması taraftarıyım. Hangi siyasi görüşten olursa olsun ehil olan göreve getirilmeli. Nihayetinde uygulanacak olan siyasi görüşler değil, hukuk kuralları. Hukuk kuralları da siyasi görüşe göre değişmiyor olsa gerek!