Şair, öykü yazarı ve fotoğraf sanatçısı… Hatta gazeteci ve dahası sahaf… Seyyar satıcılık da yaptı, bakkal dükkânı da çalıştırdı ama devlet memurluğundan emekli oldu. Yörük çadırlarının peşinde o dağdan bu dağa koştururken Konya taşrasını, hatta Konya ücrasını en iyi bilenlerden biri oldu. Yerel gazetelerde yazdıklarıyla yetinmeyip uzun yıllar aylık Çalı adlı edebiyat dergisini yayınladı.

Bir de; solculuktan mimliydi. Tarihe 12 Mart Muhtırası olarak geçen darbeden sonra evinde bulunan Gogol’un Bir Delinin Hatıra Defteri ve Ahmet Arif’in Hasretinden Prangalar Eskittim adlı şiir kitabı delil sayılıp altı ay cezaevinde kaldı. 12 Eylül Darbesinde Kooperatifler Müdürlüğünde memurdu ve Sıkıyönetim Komutanlığı kararı ile 1402’likler listesine yazılıp memuriyetten uzaklaştırıldı. Biz sorduk, Zeki Oğuz anlattı:

Hangi tarihte nerede dünyaya geldiniz, çocukluk yıllarınız nasıl geçti?

1951 yılında Konya Tatköy’de doğmuşum. Benim en zengin yıllarım, çocukluk yıllarımdı. Köy hayatı zordur, biz çocuklar için de çok iş vardır o hayatın içinde. Buyrulan her yumuşu yüksünmeden yerine getirdiğimi hatırlıyorum. Bu arada dölde, yaylada, ekin tarlasında oyunlardan da geri kalmazdık. Oyuncağımızı bile kendimiz yapardık. Masal anlatan ninelerimiz vardı, savaş hikâyelerini dinlediğimiz gazilerimiz vardı. Onların peşini bırakmaz, anlattırırdık. Edebiyat kökenim o masallardan gelir, yurtseverlik kaynağım gazilerimizin anlattıklarıyla oluşmuştur.

Eğitim hayatınızı anlatır mısınız?

İlkokulu köyde bitirdikten sonra sanat okuluna girdim. Lise bir kısmından ayrıldım. Okumayı çok seven biriydim. Yani kendi kendimi yetiştirdim diyebilirim. İlkokul öğretmenim İvriz kökenliydi. Bizlere okumayı sevdirmişti. Silledeki kütüphaneye yayan gelir kitap alıp giderdik. Bu sanat okulunda da sürdü. Konya lisesinin karşısında eski kitap satan biri vardı. Bütün klasikleri o dükkândan edinip okumuştum.

Sanat Enstitüsünü bitirdikten sonra bir müddet gazetecilik yaptınız ama sonra mesleği terk ettiniz. Nerede çalıştınız ve neler yaşadınız da ayrılma gereği duydunuz?

1968 Yılında gazetelerin birleşik yayınlandığı dönem girmiştim Yeni Konya’ya. Sonra ayrıldılar ve herkes kendi gazetesini yayınlamaya başladı. Ben de Yeni Meram’a geçtim. 1969’da rahmetli İbrahim Sur ile çiçeği burnunda iki gazeteci olarak kendi olanaklarımızla Karaman’a dil bayramını takibe gittik. Belediye Başkanı Kemal Kaynaş ve çevresindekiler bize pekiyi davranmadılar. İbrahim Yeni Konya’da, ben Yeni Meram’da dil bayramıyla birlikte başkanın tutumunu da yazınca rahmetli Rıdvan Bülbül görevime son verdirdi. Bundan yıllar sonra köşe yazarı olarak döndüm Yeni Meram’a.

Memuriyete kadar geçen sürede neler yaptınız?

Bir süre köyde kendi işlerimizi takip ettim. Çiftçilik yaptım, fakat bu konuda babamla anlaşmazlığa düşünce şehre yeniden döndüm. Ben modern çiftçilikten yanaydım, yeterli arazimiz vardı ve traktör almak istiyordum ama babam ikna olmuyordu. Anlaşmazlığımızın sebebi de buydu.

Memuriyetiniz hangi vesile ile nasıl başladı?

Köyde o yıllarda bir kalkınma kooperatifi kurmuştuk, başkanı da bendim. O yıllarda Tümosan faaliyete geçmiş, çiftçiye uygun koşullarda traktör veriyordu. Kooperatifler Müdürü Necati Soysal üç kere köye geldi: Israrla bir traktör almamızı istiyor, hatta ilk taksiti kendisinin yatıracağını söylüyordu. Babamı ikna edemeyince Necati Beye şehre gideceğimi, bir memurluğa girmek istediğimi söyledim. Bundan sonra 1974 Yılında YSE’ye işçi olarak girdim. 1975 yılında da Kooperatifler Müdürlüğüne memur oldum Beni memuriyete başlatan da Necati Soysal olmuştu.

Gençlik yıllarınız Türkiye’nin çalkantılı dönemlerine rastlıyor. 27 Mayıs’ta 9 yaşında bir çocukken 71 muhtırasında delikanlı,12 Eylül’de yetişkin, 28 Şubat ve 15 Temmuz’da ise olgunluk dönemindeydiniz. Darbelerle aranız nasıldı, bilhassa 71 ve 12 Eylül’de neler yaşadınız, anlatır mısınız?

27 Mayıs çocukluk dönemime denk gelmişti ama radyodan dinlediğimiz vatan cephesi çağrılarını unutmuyorum. Mahallede sadece bizim evimizde radyo vardı, bütün komşular bize gelirlerdi haber dinlemeye.

12 Martta sol çevrelere girmeye başlamıştım ama çok da fazla bilgim yoktu bu konularda. Nihat Erim demokrasinin üzerine bir şal örtmeye karar verince olaylara katılsın/katılmasın herkesi toplamaya başladılar. Beni de TÖS davasına katıp Mamak’a götürdüler. İki büyük delil vardı ellerinde. Biri Gogol’un Bir Delinin Hatıra Defteri adlı oyunu diğeri Ahmet Arif’in şiir kitabı Hasretinden Prangalar Eskittim’i. Mamak’ta Fakir Baykurt ile aynı koğuşta kaldım. Yani altı ay hapislik bir okul oldu bana.

12 Eylülde Kooperatifler Müdürlüğünde memurdum. Elime Devsol iddianamesi geçmişti. Bu nedenle gözaltına alındım. Bir ay yattıktan sonra savcı, iddianame okumak suç değildir, diyerek serbest bıraktı ama sıkıyönetim komutanlığı kararı ile 1402’lik olmaktan kurtulamadım. Bundan sonra seyyar satıcılık, kitapçılık yaparak geçimim sağladım. Hukuk mücadelem neticesinde ancak sekiz sene sonra dönebildim memuriyetime.

Çalıştığınız kurumda periyodik olarak Tarım Gazetesi yayınladığınızı, hatta bazı zamanlar bizzat dağıtım yaptığınızı hatırlıyorum. O süreci anlatır mısınız?

Ben göreve başladığımda Tarım gazetesi aylık olarak yayınlanıyordu. Ben gazetede tam sayfa olarak beldelerimizi yazmayı önerdim. Uzun süre devam etti bu yazılarım, hayli de ilgi gördü. 2001 yılında ben emekli olduktan sonra gazetenin de kapatıldığını duydum. İnsan emek verdiği bir şeyin nihayet bulduğunu duyunca üzülüyor tabi.

Tatköy’den iki gazeteci çıktı ve benim de uzun süre birlikte çalıştığım Orhan Samur’u genç yaşta, göl kazasında kaybettik. Samur ile sizin münasebetleriniz de iyi idi değil mi?

Orhan çok iyi bir insandı. O çocuk yurdunda yetişkin çocuklara bir kurs düzenlemişti. İki kere de beni çağırdı, tecrübelerimi anlatmam için. İnsanlığının yanında iyi bir gazeteciydi. Köyümüz için de emek verdi.

Şehrin klasiklerinden biri haline gelen kültür dergisi Çalı’yı hangi imkân ya da imkânsızlıklarla kaç yılından itibaren yayınlamaya başladınız?

Çalı’yı 1997 Şubatında yayınlamaya başladım, ülke çapında ses getiren bir dergi olmuştu ama bir dergi yayınlamak maddi manevi zorluklar yaşatıyordu. Bu yüzden 112. Sayıda bitirmek zorunda kaldım.

Kitabevi işletme kararını nasıl adınız?

Uzun süre seyyar satıcılık yaptıktan sonra bir kitapçı dükkânı açmaya karar verdim. İlk dükkânım Şems Mahallesinde Hatuniye sokaktaydı. Rampalı çarşıda da ilk dükkânı ben açtım. Memuriyete dönünce kitap işini çocuklarıma bıraktım.

Yörük kültürüne o kadar âşıksınız ki, adeta dağdan inmek istemeyen bir yapınız var. Bu sevdaya dair neler anlatmak istersiniz?

Çok saf ve temiz insanlar; bizim bin yıl öncesi halimizi düşünün. İyi ki tanımışım o insanları, diyorum. Onların kara çadırlarının yanına kendi çadırımı kurunca ben de onlardan biri oluyorum. Bazen keçi gütmeye, bazen deve gütmeye gidiyorum küçük dostlarımla. Kaçgöç olmaz, sofraları her daim açıktır.

Gitmediğiniz köy, görmediğiniz yayla kalmadığına göre Toroslardan Karadağ’a kadar tüm dağların koynunda saklı güzellikleri de biliyor olmalısınız. Sizi büyüleyen nedir?

(Derin derin içleniyor) Doğadaki her şey, doğa güzelliği, antik tarih hepsi büyüleyicidir oralarda. Aslında şimdi tam da zamanıdır o dağların, navruzlar, çiğdemler açtı. Cığıl cığıl akıyordur kar suları.

Bu gezilerden kıymeti harbiyesi yüksek bir fotoğraf arşiviniz oluştu. Kişisel ve karma sergilerde sunum yaptınız. Kaç sergiye katıldınız?

Birkaç karma sergiye katıldım. Altmışı aşkın kişisel sergi açtım. Ne yazık ki salgın olunca 2020 de hiç sergi açamadım. Geçen yıl mart ayından önce katılacağım bütün programlar belliydi, salgın olunca hepsi iptal oldu.

Şiir ve hikâye yazmaya ne zaman başladınız?

1968 yılında başladım. Şu ana kadar değişik konularda 22 kitabım yayınlandı. İlk şiir kitabımın yayın tarihi 1970. Son kitabım da siyah beyaz bir albüm.

Eserleriniz hangi gazete ve dergilerde yayınlandı?

Yeni Meram, Yeni Konya, Manşet, Konya Postası, Memleket, Cumhuriyet Gezi, Siyah/Beyaz, İpek Yolu gibi dergi ve gazetelerde gezi ve köşe yazıları yayınladı.

Öykülerim Varlık, Yaba Edebiyat, İnsancıl, Gerçek Sanat, Çağrı, Çalı, Eşik, Aykırı Sanat, İpek Yolu, Cumhuriyet Gezi gibi ülkemizin önde gelen dergilerinde yayınlandı.

Sivil toplum faaliyetlerinde de aktif durumdasınız, değil mi?

Edebiyatçılar Derneği, Türkiye Yazarlar Sendikası, Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi üyesi ve Selçukya’ya üyeyim. Konya Fotoğraf Amatörleri Derneği ile Konya Fikir Sanat Kültür Adamları Birliği Derneği’nin de kurucu üyesiyim. Bilhassa üyesi olduğum derneklerin faaliyetlerini izlemeye gayret ediyorum.

Bir Yugoslav gazetesinde de eseriniz yayınlandı. Bu ilişki nasıl başladı ve hangi eserinizi yayınladılar?

Mehdi Halıcı’nın Yugoslav dergilerinin yönetici ve yazarları ile iyi ilişkileri vardı. O vesile olmuştu. En iyisi onun anlatımından vereyim olayı. Şöyle yazmıştı: “Bizim 1988 yılında Yugoslavya’nın Üsküp Kenti’nde yaşamakta olan Türk azınlığı için Türkçe yayınlanan bir kitabımız var. Üsküp’te basılan aylık SESLER Dergisi’nin özel sayısı olarak çıkan bu kitabımızın adı: Çağdaş Türk Hikâyeciliğinin Dünü ve Bugünü.

Bu eserimizde Bilge Karasu, Muzaffer İzgü, Bekir Yıldız, Tomris Uyar, Sabahat Emir, Sevinç Çokum, İnci Aral,Nazlı Eray, Burhan Günel, Feyza Hepçilingirler, Işıl Özgentürk, Selim İleri, Necati Güngör, Nedim Gürsel, Ayşe Kilimci, Ayla Ağabegüm, Ülkü Ayvaz ve Konyalı öykücümüz Zeki Oğuz’a yer vermiştik. Zeki Oğuz’la ilgili değerlendirmemizin son cümlesini şöyle tamamlamıştık:” Zeki Oğuz, toplumsal gerçekleri dile getiren, insanların ezilmişliği anlatan öyküler yazmakta.”

Böyle bir öyküsü var bende Yugoslavya’nın.

Şiir kitaplarınızdan bahsedelim. İlk kitap nasıl ortaya çıktı, ikinci kitap ile arasında neden çok ara var? Ve tabi ki iki kitapta yer alan şiirlerin sunduğu duyguları da yazarının dilinden dinlemek isteriz.

İlk şiirlerim basit, sorunlu dizelerdi, kitap yaptığıma da pişman oldum, bir heves işte. Hayat gaileleri araya girince de kitapların arası uzadı.

İlk öykü kitabınızı 1981’de yayınlamanıza rağmen sayısal anlamda şiirden daha fazla olduğunu görüyoruz. Kitaplarınızı kısaca anlatır mısınız?

İlk şiir kitabım 1970 yılında yayınlandı. İlk öykü kitabımın yayın tarihi 1981. Genel olarak ezilen, kendini anlatamayan kırsal kesim insanlarını, kenar mahalle insanlarını anlatmaya çalıştım. Edebiyatta buna toplumcu gerçekçi, diyorlar.

Hayatının bir bölümünü Konya’da geçiren Yılmaz Güney’e dair de bir kitap yazdınız. Bize de anlatacaklarınız olmalı, ne dersiniz?

Yılmaz Güney Konya’ya sürgün olarak geliyor ve doğruca meşhur kabadayı Miço lakaplı Mustafa Saldı’nın yanına gidiyor. Miço ile uzunca bir süre konuşmalarımdan sonra Sedef Saplı Bıçak Miço çıktı ortaya. Yılmaz Güney altı ay şehrimizde kalıyor, bazı senaryolarını da burada yazıyor ama bana ilginç gelen şey Miço’dan başka kimseyle ilişki kurmuyor.

Güney’den başka tanıdığınız yolu Konya’dan geçen ünlü edebiyat ve sanat adamları da var mı?

Çalı’yı yayınladığım dönemde ülkemizin önde gelen edebiyatçılarını ve fotoğraf sanatçılarını okurları, izleyenleriyle buluşturduk. Onlarca isim arasında şu an aklıma gelenler Güngör Gençay, Zihni Anadol, Ataol Behramoğlu, Hüseyin Atabaş, Şükrü Erbaş, Burhan Günel aklıma düşüyor. Ayrıca dergi olarak imza günlerinden başka doğa ve tarih gezileri de düzenliyorduk.

Araştırma kitaplarınız da kaynak özelliği taşıyor. Bu kitapları da kısaca anlatır mısınız?

Seyit Küçükbezirci ova köylerinin ve şehir merkezinin halk kültürünü anlatmıştı. Bana da dağ köylerini anlatmak düştü. Ayrıca Konya bilmeyenler için bir step şehri gibi düşünülüyordu. Bunu kırmak için gezi yazılarımdan bir seçki yaparak yayınladım.

Dağların özgür adamı olarak, Koronavirüs nedeniyle sizde son bir yılı kısıtlı bir şekilde geçirdiniz. Salgın sonrasına dair ilk planınız nedir?

2020 Kayıp bir yıl oldu benim için, hafta içi yakın yerlere gidiyoruz yine de.

Katıldığınız yarışma ve kazandığınız ödüller var mı?

2019’da Selçuk Üniversitesi Ali Rıza Yalkın ödülü verdi. Bu ödül çok özel benim için. Ali Rıza Yalkın göçer yörük kültürünü ilk araştıran aydınlarımızdan biridir. Araştırmaları Cenupta Türkmen Oymakları adıyla yayınlandı.

Askerlik ve evlilik hayatınızı anlatır mısınız?

Askerlikte jandarma idim. Okuma tutkum yüzünden bir kere ödüllendirildim. Bölük kitaplığında görevlendirildim. Çok zengin bir kütüphaneydi. Okumadığım klasikleri orada okudum. Bir kere de dayak yedim. Çorum’da Alay’dan albay bizi denetlemeye gelmiş, benim çantamda Eflatun’un Devlet kitabı vardı. Albay gittikten sonra okkalıca bir tokat yedim teğmenimizden.

Evlilikte şanslıyım, 52 yıllık her mihnetime katlanan bir eşim var.

Masanızdaki çalışmalardan bahsetmek ister misiniz?

Masamda iki çalışmam var, birisi köyle ilgili, bitmek üzere. Diğeri Kıran Günleri, kurtuluş savaşı Konya’sını ve Delibaş olayını anlatmaya çalışıyorum. Bana bu imkanı sunduğunuz için teşekkür ederim.

MUSTAFA GÜDEN

Editör: TE Bilişim