Plastik hayatımıza girdi, gireli hayatımız daha renklendi, daha kolaylaştı, bir o kadar hafifledi.

Renkli ambalajlar, kolay nakil ve araçlarımızın artan plastik aksamı ile de hafifleyen yükümüzü kolay taşımaya başladık. 

Plastiğin hayatımıza girmedik yeri kalmadı. Öyle ki havanın kokusu plastiğe döndü. Petro kimya günlük hayatımızın ana maddesi oldu.

Ya yediğimiz besinler! Can canlı renklerle ambalaja girdiler ama kokusu; plastiğin gıdalarla girdiği reaksiyonlarla, gıdalara nüfus etmeye başladı.

Sonra uyarılar başladı. Hastalıkların arkasından Petro kimya kalıntıları çıkmaya başladı. Ve uzmanlar; sıvıları belli bir zamandan fazla plastik ambalajda saklamayın. Su şişeleri açıldıktan sonra hemen tüketin, beklemiş su içmeyin. Çevreye plastik atmayın. Geri dönüşüm kutularını kullanın gibi.

Petro kimya ,sanayi bacalarından ve atıklarından, çok daha  ileride,günlük yaşamımızda bizi tehdit etmeye başladı..

Çevrecilik bilinci gittikçe sağlığı daha çok arar olduk.Daha çok uyarı daha çok dikkat eder olduk ama!.. Çok yavaş bilinçleniyoruz.

Bayram vesilesi ile Memleketim Mersin'e gittim. Aman Allah'ım sahil, Mersin'den Aydıncık'a kadar rezil kepaze. Her yer çöp. İnsanlar gelişi güzel çöpleri atmışlar. O medeni dünyanın adayı insanlarımız, ilk insanların bize tertemiz bıraktığı çevreyi berbat etmişler, ediyorlar. Buna bir de büyük şehir yasasındaki yeni uygulamalardaki kargaşayı ekleyince çok daha farklı bir görüntü ortaya çıkmış. Çöp içerisinde turizm ne kadar sağlıklı gelişebilirse?

Bu arada sosyal medyada bir tartışma, şikâyet, feryat almış başını gidiyor. İşin içerisinden fayda çıkarmaya çalışan politikacılar, senin partin yapamadı tripleri, hakaretler. Sanki başkalarını eleştirirken biz temizleniyoruz ya da temiz görünüyoruz. Oysa elimizde akıllı telefonla sosyal medyaya ya mesaj yetiştirirken, altımızdaki son model aracın öbür penceresinden otobana atılan pet şişeler, çikolata ambalajı kimseyi rahatsız etmiyor.

Modern dünyanın uygar insanları olarak sadece şikâyet etme medeniyetini geliştiriyoruz. Tabii bu arada sivrisinekler kolumuzu ısırırken. Yemeğin içerisindeki karasineğin dün attığımız çöpten ürediğini unutuveriyoruz.

Tabii çevreyi seviyoruz. Kirli yeri terk edip temiz yer arıyoruz. Orasını da kirletiyoruz.

Mersin'den Ordu'ya 10 ilin karayolunda seyahat ederken yol manzaralarında durum hiç farklı değil. Lüks araçların içerisinden çöp magandaların yola savurdukları poşetler. Otobüs firmaların muavinlerinin kapıdan yol kenarına ittiriverdikler çöp torbaları da bu kervana katılıyor.

Bir de Avrupa'dan Avrupa görmüş, insanlarımıza ne demeli. Onlar oralarda kuzu gibiler. Temiz ol dediler mi oluyorlar. Buraya gelince hem trafik kurallarını ihlal ederken hem çevreyi kirletmekten geri kalmıyor, sanki Avrupa'da çevre nasıl pisletirler onu öğrenmişler.

Şehirlerimizin içerisi nispeten iyi! Yeterli olmasa da! Ama Doğanın vahşice pisletilmesini görünce şehrin eksiklikleri hafif kalıyor. Ama o doğal hayatı kirletenler de aynı Avrupa'dan gelip ülkeyi kirletenler gibi şehirde temiz olup doğada pislikleşen ruhlarımız değil mi?

Yoksa biz gerçekte temiz değil de ancak yasalarla mı kendimizi gemliyoruz? İrademizle temiz olacak İmanımız yok mu?

O çevreye bırakılan, özellikle medeni yaşamımızda kullandığımız plastik atıkların doğaya geri dönüşümümün yüzlerce yıl aldığını bilmiyor muyuz?

Yoksa medeniyet anlayışımız plastik gibi hafif mi?