Hastalık başımda duman,

İlk peçetem, ilk heyecan!

Kovaladıkça kaçan,

İlaç saatim misin? 

Kısık ve şişmiş gözler, çıkmayan ses, sürekli çekilen bir burun ve yorgan, yastık, peçete! Hastalık dedikleri şey bu olsa gerek. Bu mevsim insanı hastalıktan da alıp başka diyarlara götürüyor. Kelime anlamını tam olarak karşılayan bir durumla karşı karşıyayız! Bıktırmak, bezdirmek, usandırmak en çok becerdiği şey hastalığın!

İnsanın arkasına bile bakmadan kaçma istediği duyması! Bazen yaşamaktan soğutacak kadar bezdirdiği bile oluyor bu meretin... Ama bir yönden de düşünürsek faydalı da olabiliyor hayatımızda! Okula veya işe gidenler için tatil günü oluyor. Ama bu tatili ne kadar kıvamında yaşıyorlar o tartışılır!

Hasta olduğumuzda, normal zamanlarda dönüp yüzüne bile bakmadığımız nesnelerle çok samimi bir arkadaşlık kuruyoruz. En yakın dostumuz tartışmasız peçeteler oluyor. Koca bir rulo her yere seninle geliyor ve her sıkıntını dinliyor. Bizler en çok sevdiğimiz uykudan bile vazgeçip gecelere meydan okuyoruz. Hava baş düşmanımız oluyor. Çünkü tıkanık burun ile nefes almak ölüm gibi geliyor. 

Hastalık, ne yaparsak yapalım kendi rızası olmadan asla peşimizi bırakmıyor. En az üç gün gibi de bir süre veriyor bize... Büyükler “üç günden sonra geçer” diye boşuna söylemiyorlar herhalde... Yılların verdiği tecrübe ile yeni nesle yol gösteriyorlar. Ama dinleyen var mı? Sanmıyorum.

İlaçlarda aranıyor bütün çare! Ama onlarında hastalığın yanında olup bizi çökermek için rol oynadığını düşünüyorum. Çareler bile biçare kalıyor yani! İlaç kullandıktan sonra rahatlama hissetsek de, akabinde halsizlik, mayışma ve uyuşuklukla olduğumuz yerden hiç kalkmak istemiyoruz.  Yiyemiyor ve içemiyoruz. Sinsice bizi iç isyanla fethediyor mikroplar! Çare mi? Daha bulunamadı, üç gün diye bazı rivayetler olsa da!

Bizlerin yaşamlarımızda en sevdiğimiz şeylerden biri olan yemek dahi tadını tuzunu kaybediyor o geldiğinde. Sevdiğimiz şeyler bizden uzaklaşıyor ya da özelliklerini yitiriyor! Sevmediğimiz şeyler ise bize inat altta kalanın canı çıksın der gibi üst üste üzerimize biniyor... 

Uykusuz gecenin ortasında düşünceler ona tutsak, sabah olup güneşin doğuşunu bekliyor! Güneş giren yere doktor girmez denir ya, hastalığın baş düşmanını güneş olarak tanıttılar bugüne kadar bize! Ama ben bu deyimi gündüz hastalığın daha hafif geçmesine bağlıyorum. Her şeyin geceyi beklediği gibi hastalıklarda gecenin gelmesini ve herkesin kendi dünyasına dalmasını bekliyor. Belki de o zaman insanın düşüncelerini ve bedenini ele geçirmek daha kolay oluyor. Sürüden ayrılan koyun, kurda yem olur sözünde olduğu gibi... 

Biz de şuan peçete mevsimindeyiz. Hastalık tam da şimdi herkesten intikamını alıyor. Belki de bize bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Çünkü hasta olmayan sağlığın kadrini bilmez. Sağlık ile hastalık kardeş de olabilir. Bazen kardeşler arasında olduğu gibi küsüp biri bulunduğu yeri terk eder, bazen ise biri çok sinirlenip öfkesini vücuda yayar! 

Bütün hastalara şifa diliyorum ve hepsinin sağlığın gelmesi için söylemek istedikleri haykırışlarını, Necip Fazıl Kısakürek'in bir dörtlüğüyle dile getiriyorum; 

“Ne hasta bekler sabahı,

Ne taze ölüyü mezar, 

Ne de şeytan bir günahı, 

Seni beklediğim kadar.”