Sabahın güneşi bir ayrı aydınlatıyordu bu günü… Gökyüzünde süzülen mutluluk notaları, şarkı söyler gibi cıvıldayan kuşların neşe veren sesleri… 

Umudum içimde hâkim olamadığım bir heyecanı kendine uçan halı yapıp hayaller diyarına yolculuk yapıyordu.

Kollarımı kocaman açarak; gökyüzünde süzülen kuşları, hafif rüzgâr ile nazlı bir kız gibi salınan çiçekleri, onları koruyan ağaçları, çalışmaya çoktan başlamış ve gün boyu da devam edecek olan karıncaları, günün güzelliğinin tadını çıkaran, dost olmuş kedi ve köpekleri, kahkahalarının ardı arkası kesilmeyen çocukları, güneşi, bulutları, sonsuz maviyi, tüm kâinatı kucaklıyorum…

Güneşin sıcaklığı yanaklarımı bir anne gibi okşuyor. Çok ilerdeki dağlar kol kola girmiş yüzümdeki tebessüme arkadaşlık ediyor.

Bir Pazar günü daha… Tatilin dinlendirici ve tadı damakta kalan son günü… Cahit Zarifoğlu’nun bir sözünün fiile dökülmüş hali ile başlıyor; “İnsan sevmeli; bazen insanı yahut da bir ağacı ya da kanadı kırık bir kuşu… Zaten sevmezse insan, insan mı olur?”

İnsanın bir gönül kumbarası vardır. Güzel anılarını biriktirdiği… Sonsuz güzellikleri içinde barındıracak kadar büyüklüktedir. Bazen yüreği burkan anıları da saklar. Dönüp de dünlere bakmak istediğinde, önüne döküverir tüm olup biteni… 

Bugünün Pazar olduğunu anımsayınca geçtiğimiz günlerde gönül kumbarama attığım bir anı hatırıma düştü. Bozuk para gibi çın diye en alt kısımlara… Belki ufacıktı, değersiz gibi görünüyordu ama çok geçmeden geldi bugünüme… Ve milyon dolarlara değişilmeyecek gizemler barındırıyordu içinde… 

Kısaca o anıdan size bahsetmek isterim; “Bir arkadaşım ile görüşmek için çıktığım yolda; camdan dışarıyı izleyerek, minibüste yolculuk yapıyordum. Arka koltuklarda annesinin kucağında oturan tahminimce yedi, sekiz yaşlarında bir çocuk, babasına kendince meslek beğenmeye çalışıyordu. İlk önce çocuk aklı diyerek tebessüm ettim her seçtiği mesleğe… Böyle bir arayışın altında yatan sebebi düşünemedim bile… Ufaklık babasına, camdan görüp anımsadığı tüm meslekleri yorum yaparak yakıştırıveriyordu. 

Daha sonra seçtiği bir meslek ile yüreğime bir ok saplandı. Cümlesi tam da şöyleydi; “Anne! Babamı pazarcı yapsak olur mu? O zaman bizimle ilgilenir. Hem de sadece Pazar ve pazartesi günleri işe gider.” 

Baştan sona tebessümle dinlediğim çocuğun, bu sözlerini işitince, yüzümü buğulu bir sima esir aldı. Demek ki o minicik yüreğin sarf ettiği onca cümlenin nedeni buydu. Annesi güç de olsa susturdu onu... Ama eminim ki gönlü uzun bir zaman daha susmayacaktı.”

Bir düşündüm de çocukların bu kadar hırçın ve serbest olmasının nedeni bu olabilir mi? “İlgisizlik!” Aileler acaba bu yüzden mi çocukların her dediğini yapma zorunluluğu hissediyor kendilerinde… “Vakit geçirememek!” Çocukların doyumsuz olması da sevgiyi tam anlamıyla tatmadıkları için sanırım.

Oysa sevgi; her şeyin başıdır. Saksıdaki çiçekle bile ilgilenirsen, onunla konuşursan ve seversen sana karşılığında birbirinden güzel katmer katmer çiçekler açarak sevgisini sunar. Fakat biz insanlar dünyanın hengâmesine kendimizi o kadar çok kaptırmışız ki, çevremizde daha çok değerli olan varlıklarımızı göremez olmuşuz. 

Hani; “dünya telaşı” deyip geçiyoruz ya… Bazen gerçekten merak ediyorum bu neyin acelesi… Samanlıktan mal kaçırır gibi yaşar hale geldik. Oldubittiye getirerek... Oysa ufak bir sevgi, gözlerde beliren o mutluluk ışıltıları hiçbir şey ile paha biçilemez.

Sevgiyi, sevmeyi, sevilmeyi daha çok hatırlama duasıyla… Bir Hadis-i Şerif ile yazıma son vermek isterim; “Kişi sevdiği ile beraberdir.” Selam ve dua ile yazı dostlarım.