Bizim memlekette birinci Boğaz köprüsüne  “hayır” diyen insanlar vardı. İkincisine de hayır diyenler vardı. Üçüncüsüne de hayır diyenler halen vardır. 

Birinci Boğaz Köprüsüne hayır diyenlerin temel argümanı “bu köprüden burjuvalar geçecek” şeklinde “dâhiyane” söylemleriydi. 

Bunlar solcu “abilerimizdi”….. Bunların bir kısmı CHP’de arz-ı endam etmektedir. Bir kısmı da HDP’de  “bilimsel” teori üretmekle meşguller… 

Bu solcu “abilerimiz”  Karl Marks’tan beslenmişlerdi. Şimdi sağ cenahta da buradan beslenenler var. 

Boğaz köprüsüne karşı çıkan “abilerimizin” içinde yer aldığı parti altı okuyla “kurucu” partiydi. 

Bu “kurucu” partinin dışında tek partili dönemde başka bir partiye “ihtiyaç” duyulmadı (!)

Zira bu parti “halk” partisiydi. 

Halkın partisi olunca başka partiye niye ihtiyaç duyulsun?

1923 yılının eylül ayında parti kurulurken halkın bütün “ihtiyaçları” düşünülmüştü. 

Nitekim 1923’ten 1946’ya kadar ülke bu “kurucu” parti tarafından her şey “süt-liman” yönetildi. 

1946’da “kurucu”  parti “biz yorulduk” biraz da başkaları idare etsin diyerek DP’ye iktidarı “teslim” etti. 

Hatta 16 Mayıs 1950 günü  CHP’li bir milletvekili şöyle sitem ediyordu; 

“Şimdiye kadar biz muvafıktık. Şimdi artık muhalefet olduk. Altı ay içinde DP’liler bize yalvaracaklar yönetimi teslim etmek için…..”…

Yani sizin anlayacağınız Milli Şefin mensupları 1950 yılında altı aylık bir süre ile iktidarı DP’ye “teslim” etmişlerdi. 

Şimdi 2015’teyiz. 65 sene geçti. Henüz “altı ay” bitmedi (!)..

Herhalde kamu sektöründe darb-ı mesel haline gelen “acele işin altı ay müsaadesi vardır” sözü burudan geliyor olmalı…..

Tek partili dönemde başka partilere hayat hakkı tanınmadığından  o zamanki “kurucu” partiye  “Cenabı Hak Partisi” (CHP) adı verilmişti. 

Dün (30 Ağustos 2015) bu partinin bir yetkilisi “Çankaya devletin birliğini temsil eder” diyor.  Sanki orada Başbakanlık olursa devletin “temsiliyeti”  dumura uğrarmış gibi……

1950’den sonra Türk milleti bu “kurucu” partiden kurtuldu. 

1950’den sonra çok partili döneme geçilince partiler “mezhep” gibi görülmeye başlandı. Babadan oğula, dededen toruna “halk partisi” devam etti. Veya aynı minvalde “demirkrat” sürdürüldü. 

İfrat ve tefritten bir kurtulamıyoruz. 

Merhum Turgut Özal Cumhurbaşkanı adayı olduğu günlerde bir kısım CHP’liler “Özal Çankaya’ya oturursa bıyıklarımı keserim” diye kükrüyorlardı. 

Bu “beyler” ne yaptılar bilmiyoruz…

Özal’a niye bu kadar tepkiliydiler?

Zira merhum Özal Türk milletini temsil ediyordu. Türk milletini temsil eden ve toplumun değerlerini yaşayan “dindar” birisi bir türlü hazmedilemiyordu. 

ARTIK MİLLİ İRADE REALİZE OLMAYA BAŞLAMIŞTI. 

TÜRK MİLLETİNİN YÜKSELİŞİ ÖNLENEMEZ VE ÖNLENEMEYECEKTİR. 

Milletimizin bir ferdi olarak inanıyorum ki, Lozan’da tahakkuk ettirilememiş olan misak-ı milli eninde –sonunda gerçekleşecektir. 

Türk ve İslam dünyasının gönlüne girmiş olan İstanbul şehrimizde 1920’nin en karanlık günlerinde Meclis-i mebusanın almış olduğu bu karar (Misak-ı Milli) asgari olarak gerçekleşecektir.

Bu vatana kastedenlerin dışında bütün milletimiz buna samimi olarak itikat etmektedir.