Türk Milleti olarak en önemli eksiğimiz tarihin tekerrürden olduğunu unutmamız.

Şu an ne yaşıyorsak geçmişten ders almadığımız için yaşıyoruz.

Selçuklular'dan Türkiye Cumhuriyeti'ne kadar hep aynı yanlışlardan dolayı acılar, sıkıntılar, yokluklar, bunalımlar çektik ve çekiyoruz.

Bizi biz yapan değerleri değil günümüzün popüler değerlerini, bizi biz yapan benliğimizi değil bizi yok etmek isten Avrupa'nın, Amerika'nın, Çin'in, Rusya'nın... benliğine özeniyoruz.

Değerlerimizi, benliğimizi değiştirirken nereden geldiğimizi, nereyi gittiğimizi düşünmeden.

Popüler kitapları, hoşgörü kitaplarını, diyalog kitaplarını bir kenara bırakıp atalarımızı bir okuyalım. Bir bakalım neler yazmışlar ve biz bugün hangi haldeyiz? Düşünelim.

Milattan Sonra 8. yüzyılda yazılan Orhun Yazıtları.

Çinlilerin sinsi hilelerine kanan Türk Milleti'nin nasıl parçalandığını anlatıyor.

Ne yazıyor Bilge Kağan yazıtında, şu ifadelere dikkat: "Çin milleti hilekâr ve sahtekâr olduğu için, küçük kardeş ve büyük kardeşi birbirine düşürdüğü için, bey ve milleti karşılıklı çekiştirttiği için, Türk milleti il yaptığı ilini elden çıkarmış, kağan yaptığı kağanını kaybedivermiş. Çin milletine beylik erkek evlâdını kul kıldı, hanımlık kız evlâdını cariye kıldı. Türk beyler Türk adını bıraktı. Çinli beyler Çin adını tutarak, Çin kağanına itaat etmiş. Elli yıl işi gücü vermiş..."

Gerisi malum. Türkistan'ı terk edip Avrupa içlerine kadar yürüdük ve sonunda Anadolu'ya sıkıştık. Milyonlarca kilometre kare topraklardan ana kucağı dediğimiz Anadolu'yu yurt yaptık. Yaptık ama benliğimize geri dönmezsek "Türk" tarihe efsane olarak geçecek.

Çin oyunlarından kurtulmamız vakti geldi, kurtulmazsak Necip Fazıl'ın dediği gibi; "Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!" durumuna düşmeyeceğimizin garantisi yok!...

Çok değerli hocam Abdullah Tuna'nın köşesinde yazdığı; Baba Kartal'ın nasıl Başkuşlar'ın oyununa gelip soyunun benliğini kaybedip, bağımsızlıklarını yitirdiklerini anlatan şu hikaye bu anlamda çok manidardır;

Bir zamanlar kartallar, adlarına yaraşır bir hayat yaşarlarmış. Onlar; çok yükseklerde uçar, yuvalarını da yüksek kayaların başına yaparlarmış.  Bunun sebebiyse özgür bir ruha, geniş görüş açısına sahip olmalarıymış. Bu nedenle kartalların vatanı göklermiş. Düşmanları onları mağlup ettiğini sansa da, onlar erişilmez yurtlarında büyür, güçlenir, her seferinde düşmanı dize getirirlermiş.  Cümle âlem, onların azametinden korkup dostluğuna güvenmişler. Böylece asırlarca sürmüş kartalların hükmü.

Fakat bu durum bazılarını rahatsız etmeye başlamış.  Baykuşlar, bakmışlar olacak gibi değil, kartalları yok etmeye karar vermişler.

Baykuşlar zekiymiş, ancak kartallar kadar güçlü değillermiş. 

Kartallar, hem güçlü hem bilgeymiş. Kartalların hükümdarlığı, kolay yıkılacağa benzemiyormuş.

Baykuşlar, bu işe çok kafa yormuşlar. Bir bahaneyle aralarına girip kartalların hükümranlığını yıkacak yolu bulmuşlar.

İşe, küçük yırtıcı kuşları, sonra da diğerlerini kışkırtarak başlamışlar. “Sizin bu haliniz ne olacak? Hep böyle kartalların gölgesinde mi kalacaksınız? Gelin el birliği edelim bu beladan kurtulalım” demişler.

Küçük yırtıcılar korkmuşlar önce. Baykuşlar sabırlıymış, yavaş yavaş işlemişler onlara kini, hırsı, kıskançlığı:  İşte Baykuşlar böyle sokulmuş kartallara. Önce tuzağı hazırlatmışlar işbirlikçilerine.

Sonra çıkmışlar Baba Kartalın huzuruna: “Ey benim saygı değer efendim! Adaleti ve azametiyle nam salmış hükümdarım! Siz yuvanızı yüksek kayalıklara yapar ve yüksekten uçarsınız. Siz geniş alanları görür, büyük düşünürsünüz. Lakin biz fakir kuşlar, asla o yüksek makamlara çıkamayız. Bari engin yurdumuzda sizi misafir etseniz, biz garipler şenlensek.” demişler.

Bu iltifatlar Baba Kartalın pek hoşuna gitmiş, çok da fazla düşünmemiş. Buyurmuş hain meclisine, kurulmuş o meclisin başköşesine. Şahin, atmaca, baykuş, tavşan, fare, fil... Onlar sual etmiş, kartal anlatmış...

Baykuş almış sonunda sözü: “Efendim, ne iyi ettiniz, bize yükseklerden haber verdiniz. Sizi göklere eriştiren kanatlarınızı şöyle bir uzatsanız, bizi ihya etseniz” demiş.

Bunun üzerine Baba Kartal iyi niyetini ve büyüklüğünü göstermek istemiş. Düşünmeden açmış kanadını. “Zavallı hayvancıkları sevindireyim.” demiş.  Fil hazırda bekliyormuş. Koca ayağıyla Baba Kartalın kanadına basmış. Baba Kartal kanadını çekmiş, lakin tüyleri kopuvermiş. Uçmak için çırpınınca diğer kanadını açmış. Fil ona da basıp koparmış yine tüylerini. Baba Kartal anlamış tuzağı ya, ne çare iş işten geçmiş.

Ah etmiş Baba Kartal:  “Bu ne hain bir meclis, kanadımı koparmak yerine, canımı alsaydınız” demiş. 

Baykuşlar ne demişler:  “Sizi öldürmek çözüm değil. Bir ölseniz, bin gelirsiniz" bunu biliyoruz.

Sonra yavrularını da bulmuşlar ve yavruları bir tavuk ailesine vermişler.  Onları da tavuk olduklarına inandırmaya çalışmışlar. Sonra ne mi olmuş? Uzun yıllar geçmiş. Artık baykuşlar, kartal torunlarının kanatlarını yolmaz olmuşlar. Çünkü zaman içinde kartalın torunları, birer tavuk olduklarına inanmışlar. Kanatlarının uğursuz birer ağırlık olduğunu sanıp kendi kanatlarını kendileri yoluyormuş.  Hatta bu şaşkın kartal torunları, en güzel tavuk, en güzel öten horoz yarışmaları bile düzenleyip mutlu oluyorlarmış. Başlarını gökyüzüne çevirmek şöyle dursun ha bire yerde eşinip didişiyorlarmış.  Kartal baba bu duruma çok üzülüyormuş. Fakat umudunu kesmemiş. Bugün olmazsa yarın demiş.

Nasılsa, “Asil azmaz! Bal kokmaz! Benliklerini yok etmeye çalışan hainlere rağmen, torunlarım aslını bulacak, göklere yeniden kavuşacak" demiş.  Pençesiyle bir kaya parçasına kazıyarak yazmış. Ben ölünce torunlarım nereden geldiğini, kim olduğunu bilsin demiş. Şanlı tarihini yazmış. Büyük bir güçken küçüldüğünü, sonra umutsuzluğa kapılmadan, yükseklerde tekrar büyük bir güç haline nasıl geldiğini yazmış...

Baba Kartal, Orhun Yazıtları'nda olduğu gibi yaşadıklarını gelecek kuşaklar için kazımış. Kartalların bu yazılanlara kulak verip tekrar tavukluktan kartallığa geçip geçmediklerini bilmiyoruz fakat biz Orhun Yazıtları'nı okuyup yeniden aslımıza dönmeliyiz....