Dünya kendi etrafında dönerken, insanlık da dünya üzerinde pusulayı şaşırmış, baş döndürücü bir şekilde,  hareketlilik yaşıyor.
Gelişiyor diyemiyorum çünkü her an yeni bir ilke tahrip olurken, ilişkiler bozuluyor iletişimler zayıflıyor.

Dünyanın en uygar diye lanse edilen, Mehmet Akif’in  tek dişi kalmış canavar dediği,   düzen ve ilkeler sahibi devletler birer çöl bedevisi gibi davranıyor. Çöldeki yaşamı uygarlaştıracağız derken, çöl,   uygar devletleri kendine benzetiyor.

Soğuk savaş dönemi ile ittifaklarla ilkeleşmeye başlayan,  bütün dünyayı düzenli organizasyona dönüştürmeye  çalışan ama perde arkasında sinsice kendi planını uygulayan devletlerin gizli davranış biçimler artık alenileşti.

Trump petrol kuyularının güvenliğini sağladık derken asıl amacı net bir şekilde ifade etmekten çekinmedi.

Küresel güçler ise  lokomotif olarak  kullandıkları bu organizasyonların devlet kodlarını hızla değiştiriyorlar.  Artık devlet başkanları bırakın insanlık adına yönetmeyi, demokrasi ile yetki aldıkları milletlerinden çok,  bu güçlerin çizdiği rotaya göre hareket ediyorlar. Akşam konuştukları sabahı görmeden değişiyor. Bu devletler ki yaptıkları yüz yıllık planlarla anılıyordu.

Benim düşünce küresel ekonomik gücü olanların yüz yıllık planları devam ediyor, devletlerin bu yoldaki  rolleri değişiyor.

Devlet başkanları ve bürokratları küresel güçlerin sekretaryası gibi çalışıyor. Böyle olunca  insanlık doğal olarak ikinci plana düşüyor.

Enerji, hammadde, petrol,silah sanayi, ticaret yoları, tarım, teknoloji insanlık için gerekli ne var ise,  bunları yönetecek  stratejik konuda köşe başlarını tutan şirketler kar maksimizasyonunu sağlamak, sürdürülebilir güçlerini korumak için dünyanın her tarafında karışıklıklar ve karmaşıklıklarla varlıklarına sahip çıkıyorlar.

Bu sebeple Avrupa,  Amerika, Rusya ve Çin başta olmak üzere birçok devlet her türlü haksızlığı adaletsizliği rahat bir şekilde uygulayabiliyorlar.

Ülke çıkarları gerekiyorsa her yol mubah. Üstelik en ilkesiz, adaletsiz bir konuyu bile ülke çıkarları ileri sürülerek rahatlıkla uygulayabiliyorlar.

İnsan hakları evrensel beyannamesi, Lahey Adalet Divanı, Güvenlik Konseyi , Birleşmiş Milletler  artık birer pasif organizasyon konumuna düştüler.

Üstelik oynaklığın merkezinde Türkiye var. Öyle sanıldığı gibi islama fobi gibi hedef Müslüman dünyası değil. Olsaydı  Arap birliği  en büyük destekçileri olmazdı. İsrail Arapların en iyi dostu olmazdı.
Hedef Türk Devletinin varlığını pasifize etmek. İki yüz yıllık tiyatronun farklı bir sahnesi. Öz aynı. Dünyanın oynanan en uzun soluklu tiyatrosu.

Aslında uygarlık fikrine, modern dünyaya bizim ülkemiz de inanmıştı. Hatta onlardan çok daha ateşli savucusu olmuştuk.

Kendi tarihimizi, inancımızı yok sayacak seviyeye geldik. Tam onların istediği gibi ön görülebilir bir devlet olduk. Her sözümüzü tuttuk ama onlar hiçbir sözünü tutmadılar.

Bu sayede NATO anlamsızlaştı. Üyesi olarak  Türkiye’nin zor zamanlarında  yanında olmadılar.

Kıbrıs’ta, yıllardır  terörle boğuşmamızda, en son Suriye’de bir şekilde karşımızda yer aldılar.

15 Temmuz ile deşifre olan gizli müdahaleleri, Suriye ile ayyuka çıktı.

Esad’ı   devirmek için Suriye’de plan yaparlarken, Türkiye tek başına Suriye’ye girip savaşmayınca  DEAŞ  bahane örgütünü kullanarak Suriye’ye yerleştiler. Şimdi Esad ile işbirliği yapıyorlar. Yeter ki Türkiye olmasın diye.

Bu arada ülkemizde öyle uzmanlar,politikacılar,  bilim adamları izliyorum ki dünyayı ve gelişen olayları değerlendirirken kendi varlığımız açısından değerlendirme yapmıyor. Bizim nasıl davranacağımızdan çok onların nasıl algılayacağı ile ilgililer.

O ülkelerin kültürel tezgahından geçerek yetiştiklerinden olsa gerek,  düşünce kodları  sadece onların varlığını referans alıyor. Bunun içine nefretleri, ön yargıları, kinleri ve hırsları da girince bir insanı rencide edeceğim derken ülkeyi batırdıklarının farkında bile değiller.

Son Amerika gezisinde gördüğümüz gibi.  Nasıl biz onların basını, senatörü, temsilciler meclisi üyeleri, akil adamlarının fikir ve düşüncelerini izliyor isek Amerikalılar da bizim Tv, Gazete, bilim adamı, uzman gibi değerlerimizin beyanlarını da izliyorlar. Duygusal olan bu yanımız sanırım,   Amerika’lılara ülkemiz aleyhine   strateji üretirken büyük katkı yapıyordur.

İşte bütün bu sebeplerden dolayı, Avrupa ve sözüm ona Amerika’dan aldığımız medeniyet kodlarını yeniden gözden geçirmemiz gerekiyor. İçinde insanlık olan, merhametle yoğrulmuş, vicdan ve adaletin hakkim olduğu düzenin kodlarını yerleştirmeliyiz.

Milletimizin var oluşundan  beri yaşayan geleneklerimizi, inancımızı,  bilimi  referans alarak, yeni medeniyet kodlarımızı düzenlemeliyiz.

Özellikle bu konuda Türk milletinin ruhu ile yoğrulmuş Atatürk’ün ilkelerini hiçbir  önyargıya sahip olmadan, hazırlanış  amaçları ve manaları ile analiz edip bütün değerlerimizle beraber güncellemeliyiz.

Çünkü  Atatürk Türk milletinin kodlarını çok iyi çözmüş, çağının en ileri evrensel bakış açısı ile  ilkeler oluşturmuştur. Bu ilkelerle,  inancımızı ve kültürel mirasımızı birbirini tamamlayarak içselleştirmeliyiz.

Atatürk’ü belirli bir partinin referans noktasından  milletin referans noktası mertebesine getirmemiz lazım.
 Elbette eleştiri yapılacak, ancak  bu eleştiriler durağan zamanın tavrı ve duruşu ile olmaz.  

Çünkü biz ülkemizi öngörülebilir hale getirilmesine katkı yaparsak, öngörülmez  ve oynak  davranışlar sergileyen güçlerin oyuncağı oluruz.

Yapmamız gereken;

Yeni dünya düzenin  kodlarına göre devleti organize etmeliyiz,
Öz güveni yüksek bir biçimde , lider olma hedefi ile ;

Güç üretebilecek  katma değeri yüksek teknolojilerle,

İnsan kaynaklarının maksimum faydalı hale getirildiği,insanlığın ağırlık merkezi olduğu, muasır medeniyetin yollarını döşemeliyiz.

Bu ancak muasır medeniyetin kodlarını yeniden yazmakla olur.