Adı sanı bilinmeyen, uzak dağların ardında, hiç kimsenin duymadığı bilmediği bir ülkede yaşayan insanlar büyük büyük işler yaptıklarını zannederlermiş. İşlerinin büyük olduğunu zannettikleri için de her anları yoğun geçermiş. 

Kimse kimseyi görmez, işitmez, hissetmez, selam vermez duruma gelmiş. Büyük işlerin adamları ya bunlar, güneş doğmuş, gün batmış, onu bile umursamazlarmış. Bencillik hat safhadaymış. Fakiri, fukarayı görmek, yaşlıları ziyaret etmek, çocukları sevindirmek diye bir şey yokmuş literatürlerinde...

Hastalığı, mekanizmanın bozulması olarak tabir ederler, hasta olanı hemen sistemin dışına iterlermiş. Fakir, fukara ise onların gözünde yok hükmündeymiş.

Kendi 'büyük dünyalarında' büyük büyük işlere imza atarlarken, bir gün tellal çıkmış sokağa. Başlamış bağırmaya... Padişahımız amansız bir hastalığa yakalandı, kimin duası makbul ise dua etsin, kimde şifa varsa hemen saraya getirsin...

Saraya dualar değilse de şifalı otlar gönderilmiş. Şifacılar bildikleri en iyi ilaçları yapıp padişahın derdine çare olmaya çalışmış. Ülkenin dört bir yanından saraya akın eden şifacılar, padişahı kocaman bir cüsse içinde gördüklerinde şaşkınlıklarını gizleyememişler. 

Meğer, padişah yemek yeme hastalığına yakalanmış. Yedikçe büyüyor, büyüdükçe yiyormuş. Midesi büyüdükçe de kalbi katılaşıyor, gözleri güzeli görmez oluyor, hiçbir şeyi beğenmiyormuş.

Hekimler padişaha ilaçlar yapmışlar az yesin diye. Midesini küçültmek için ellerinden geleni yapmışlar. Ama çare yok... Hele kalbi için kimse bir şey yapamamış. 

Artık saray ahalisi padişahtan ümidini yitirmiş. Padişah büyüye büyüye bir gün çatlayacak, patlayacak, ölecek... 

Kalbi sağlam bir hekim, “Allah'tan ümit kesilmez” demiş. Ümit, kulların en sağlam ipi değil midir? Tabi ki Allah'tan ümit kesilmez...

Onlar da ümitlerini yeniden yeşerterek beklemeye başlamışlar. Gel zaman git zaman, ülkeye bir yabancı gelmiş. 

Nur yüzlü, gözü ve gönlü yaşlı, güzel ve mana yüklü birisi. Yol boyu ağaçlar, serçeler ve karıncalar fark etmiş, bu adamda bir başkalık olduğunu... Ağır ağır yürüyormuş adam; karmakarışık bir hayata alışık ülke insanlarına inat, her âna anlam katıyormuş. Güneşe gülümsüyor, karıncalara yol veriyormuş. O yürüyor, ardından bir “huzur” rüzgarı bırakıyormuş efil efil... 

Böyle bir huzura alışık değilmiş insanlar. Ve onlar da durup derin derin içlerine çekmişler huzur rüzgarını. Hayat yavaşlamış ülkede. Bir adam, tek başına nasıl değiştirebilirmiş bunca şeyi, sözsüz, kelâmsız! 

Şaşırmışlar... Nihayet; yolunu kesip adını sormuşlar. Durmuş adam, tebessüm etmiş: 

“Ramazan...” demiş. Benim adım RAMAZAN...

Ramazan'ın yürüyüşü devam ediyormuş. Ünü her yere yayılmış, saraya kadar ulaşmış. Ümidi kuşanmış saray halkı, Ramazan'ı bir lütuf saymışlar ve saraya dâvet etmişler.

Saraya giren Ramazan, lükse, şatafata hayret etmiş. O geldiğinden beri çoktan ülke gündemine düşmüş gerçi fakirler... Ama, bu israf kanına dokunmuş; üzülmüş, kalbine yaşlar inmiş. Onu alıp götürmüşler, hasta padişahın huzuruna... Ramazan, içeri girince bir daha sızlamış kalbi, yine ıslanmış. Kocaman bir bedenle, kımıldamadan yatan padişaha yaklaşmış; eğilip kalbini dinlemiş. Ne cılızmış kalbi; ah ne zayıf!...

Padişahın yakınlarına dönmüş Ramazan;

"-Bu hastalığın hekimlik dilinde adı; şişmanlıktır. Mânevi âlemde ise biz buna ağır ruh hastalığı diyoruz."

"-Peki, çare nedir?" diye sormuşlar.

"-Çare Allah'tır, Allah'tandır. 30 gün, 30 gece kalacağım bu ülkede... İlan edin halka; 11 ay bedenler doymuştur; bir ay ruh doyacak! 

Fakirler kardeş bilinecek, duâları alınacak. Ve zamanın kıymetini bilecek bütün insanlar. Seheri, sabah bilecek.

Sonra padişaha dönmüş, Ramazan:

"-Sen de biraz iyilik yap. Hâl-hatır sor güle, böceğe!.. Tâ ki, kalbinin seslerini duyasın..."

Bunlardan sonra, saraydan çıkmış Ramazan. Ardında, rüzgarını bekçi bırakmış. Ülkenin her şehrini, sokağını, yaylalarını, ırmaklarını, ovalarını dolaşmış. Bir ay sürmüş yolculuğu... Bir akşam ezanı vakti, terk etmiş ülkeyi. Bir dahaki seneye niyetlenmiş; yine gelmeyi, yine düzen, yine sekînet getirmeyi...

Ortasına doğru ilerlediğimiz bu mübarek ayda kimi misafir ettiğimizin inşallah farkındayızdır. 

Selam ve dua ile...