Seydişehir'de ilki yapılacak olan Devlet Parasız Yatılı sınavlarına katılmak üzere, gece saat 03.00'da kalkıp, Köyüm Oğlakçı’ya sekiz kilometre uzaklıktaki Çavuş Köyü'ne yaya olarak gidecektik.

Ayakkabılarım, o zaman "uğur yemeni" diye tabir edilen lastik ayakkabılardı.

Şehre bu lastik ayakkabılarla gidecektim mecburen.

Birden babamın aklına; o tarihlerde İzmir'de bir nakliyat ambarında çalışan dedemin, “babam için gönderdiği iskarpin ayakkabılar gelivermiş...

"Bir dakika oğlum" deyip yanımdan ayrıldı.

Ayakkabıları sakladığı yerden çıkarıp getirdi.

"Giy oğlum bakayım şu ayakkabıları” dedi.

O zaman ilkokulu yeni bitirmiştim, yaşım 12-13 civarındaydı.

Ayakkabıları giydim ama neredeyse bir tekinin içine ayağımın ikisi de sığacak kadar büyük geliyordu bana.

Burun kısmına bez, kâğıt parçaları falan doldurup giydim ayakkabıları ve düştük yola...

Çavuş'a yaklaştığımızda hava da aydınlanmaya başlamıştı.

Bir ara, ben önde babam arkada yürürken, babamın kahkahalarla güldüğünü duydum.

Dönüp baktığımda elleriyle kasıklarını tutarak yere doğru eğilmiş ve gülmeye devam ediyordu.

"Hayırdır baba niye gülüyorsun?" dedim...

"Oğlum ayakkabılarına gülüyorum. Neredeyse senden daha önce varacaklar Çavuş'a" derken, kalktığı gibi beni kucaklamasıyla havalara kaldırması bir olmuştu. Bu manzara hala gözümün önündedir...

Geçenlerde bir sanatçının evine "çat kapı" yapılan bir programa takıldı gözüm...

Evin görkemli hali bir yana, elbise dolaplarındaki elbiseleri, ayakkabılıktaki ayakkabıları dakikalarca gösterildi seyirciye.

Sanatçı(!) kardeşimin 220 çift ayakkabısının bulunduğunu öğrendiğimde; bir bahar gününde, 1972 yılında köyden Çavuş'a yaya olarak giderken, babamın; "oğlum ayakkabıların senden önce Çavuşa' varacak" diyerek aslında içinde kopan fırtınaları gülmeye vurdurup, espri yapması geldi aklıma...

Vefat etmiş tüm babalara Allah'tan rahmet, yaşayanlara sağlıklı ömür diliyor, hepsinin ellerinden öpüyorum.