Küçük bir kasabada yaşlı bir adam eşiyle birlikte yaşıyor...

Geçim kaynakları ise ahırda bağlı olan bir tanecik inekleri.

İneğin sütünü sağıyorlar, sütten tereyağı yapıyorlar, onu satarak geçimlerini sağlıyorlar. Kasabanın tek marketi de yaşlı adamın ürettiği yağı sürekli satın aldığı için artık güveniyor kendisine ve artık yağı tartmadan 1 kilogram olarak kabul ederek alıyor.

Bir gün market sahibinin aklına geliyor ve yağı tartıyor. Yağ 900 gram geliyor. Yani 1 kilogramdan 100 gram eksik...

Kendince esip gürlüyor, nasıl olsa bir daha gelecek. Geldiğinde kendisine gereken cevabı veririm diyor.

Birkaç gün sonra yaşlı adam elinde 1 kilogram olduğuna inandığı yağ ile birlikte markete geliyor. Marketçi adamı görür görmez, “Ver bakalım ihtiyar bir tartalım hele. Kaç kilogram gelecek” diyor ve yağı teraziye koyuyor.

Bakıyor ki yağ 900 gram.

Saydırmaya başlıyor, “Sen ne edepsiz, ne terbiyesiz bir adamsın. Bana 1 kilogram diye sattığın yağ 900 gram geldi. Hiç utanman arlanman yok mu senin. Yaşından başından utan” diye...

Yaşlı adam mahcup oluyor. Market sahibinden yediği fırçaların etkisiyle kendisini toparlaması da bir hayli güç oluyor. Ancak kendisini toparladıktan sonra, “Evladım, benim bir terazim yok. Senden aldığım 1 kilogram toz şekerle ölçüp sana öyle getiriyordum. Kusuruma bakma, hakkını helal et” diyor.

Hikaye bu ya, artık market sahibi ne yaptı, bilemiyoruz.

***

Lafa gelince mangalda kül bırakmayız. Bizden daha cömert, bizden daha hakkaniyetli, bizden daha dürüst kimse yoktur sözde...

Ancak kendi gerçeklerimizi görmezden gelerek başkalarının yanlışlarını yüzüne vurmak söz konusu olduğunda da üstümüze yoktur.

Aslında insan insanın aynasıdır. Netice itibariyle hepimiz aynıyız, hepimiz nefis taşıyoruz. Kendi yanlışlarımızı bile bile görmezden gelip başkalarının yanlışlarını yüzüne vururken, yukarıda aktardığımız hikayede olduğu gibi bir gün yanlışlarımızın hiç ummadığımız bir anda bizi bulacağına da ihtimal vermiyoruz.

Herkes bir iş tutturmuş gidiyor. Günlük hayatta bazen bu tür yanlışlar ve yanlışlıklarla karşılaşabiliyoruz. Bu durum karşısında direkt karşımızdakini sorguluyoruz. Ancak şunu düşünmüyoruz, ortada bir yanlış varsa o yanlışın nedeni de kaynağı da biziz.

Çünkü doğru ve düzgün olanı bozan biziz. Kendimiz yaptık başta yanlışı. O yanlış nedeniyle doğdu diğer yanlışlar.

Başkalarını eleştirirken yerli yersiz birçok söz edebiliyoruz. Sonunu hiç düşünmüyoruz. Özellikle meslek itibariyle biz gazetecilerin bu konuda çok ince bir çizgi üzerinde yürüdüğünü biliyoruz. Keşke sektörümüzdeki herkes aynı bilinçle hareket etse de başkalarının doğrularını çamur atıp iz bırakma politikası güderek yanlışlama yanılsamasına düşmese.

İnandığı doğruların peşinden giden, kendisinden taviz vermeyen, ilkelerinden sapmayan, kendisine yapılan haksız ve mesnetsiz eleştirilere kulak asmadan, meyve veren bir ağaç gibi duran ve işini de buna göre yapan asla zarar görmez.

Kendi işini gücünü bırakıp başkasını yolundan saptırmaya çalışanlar ise nasıl yanıldıklarını er ya da geç anlıyorlar.