Dünyada oldukça çeşitli canlı türleri bulunur. Ortaöğretim eğitiminden başlayarak, lise hatta bölümüne göre üniversite eğitimi alırken bu canlıların çeşitlerini, sınıflarını ve nasıl şekillendiklerini öğrenmek mümkündür. 

Bu bakımdan, dünyadaki hayvanların da araştırmalar neticesinde bir çok çeşidi ortaya konulmuş, ders kitaplarında işlenmiş ve eğitim – öğretim hayatı içerisinde konu başlıkları arasında yerlerini almışlardır. 

Bunların arasında sınıfsal bir ayrım yapılarak bazı hayvan türleri, “Omurgasız hayvanlar” olarak adlandırılmıştır. Bu tür hayvanların omurgaları olmadığı için, “Omurgasız hayvanlar” olarak verilen adla, genelleştirilmişlerdir. Bu hayvanların yapılarında hiçbir iskelet bulunmaz. Bu nedenle bu tür hayvanlar, yol alırken kolaylıkla “zikzak” yapabilirler. Özellikle bu türler arasında sürüngenlerden olan solucanlar, bunun en güzel örneğini teşkil etmektedir. 

***

“Omurgasız hayvanlar” canlı türleri hakkında verdiğimiz teknik bilgilerin ardından, şimdi gelelim asıl konumuza. 

Malum, Türkiye'de bir tabir vardır; İnsanların düşünce yapılarını, zihniyetlerini, dünya görüşlerini kabaca yapılan benzetme ile “Omurgalı” “Omurgasız” diye ayrım yaparak adlandırırız. 

Türkiye'de son yıllarda bu tabir çok sık kullanılır oldu. Düşünce yapıları günün şartlarına göre şekillenince, kimin omurgalı kimin omurgasız olduğu konusu da tartışmaların odak noktası oldu. 

Özellikle “devrin” gazetecileri, düşünürleri, yazarları, çizerleri günün konjonktürüne göre hareket edince, kendilerini “Bulunmaz Hint kumaşı” zannetmelerini de beraberinde getirdi.

Kim güçlüyse onun yanında yer almak, bu kişiler tarafından doğru kabullense de, kendilerini bitirdiklerinin farkında bile değiller!

Özellikle 15 Temmuz sürecinden sonra bakıyoruz da; ne gazeteciler, ne yazarlar, ne çizerler 'U' dönüşü yapıverdiler! Bir zamanlar FETÖ'cü iş adamlarının derneği olan AKTİSAD'ın maklube toplantılarından hiç eksik kalmayan; hatta AK Parti'nin kapatılmasıyla ilgili olarak, 2008 yılında Anayasa Mahkemesi'nin “Ret” kararı sonrası çılgına dönüp (Özür dileyerek) ana, avrat dönemin Anayasa Mahkemesi heyetine küfürler savuranlar bugün,  15 Temmuz'a kadar çocuklarını FETÖ okullarına gönderip de aynı kişilerin Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Konya'ya gelmesinden duyduğu coşkuyu eleştirme hakkını kendinde buluyorlar! Burada iki düşünceyi de savunmuyorum, olay bir yere çekilmesin. Aksine aynı iki zihniyeti eleştiriyorum. 

Evet, 15 Temmuz'a kadar FETÖ'nün okullarına çocuklarını gönderip, şimdi -korkudan ya da samimiyetten hiç farketmez- Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın en büyük savunucusu olmak elbette gariptir. Ancak bu garipliği, dün aynı parti ve kişileri reddeden, bugün o düşünceleri bas bas bağıranların konuşması da en az diğeri kadar gariptir!

Çünkü bu tür kişilerin, yarın ne diyeceği ve düşüneceği de tahmin edilememektedir. 

İnsanın bir düşüncesi olmalı evet. Kendince doğruları olmalı. Başkasına göre yanlış olsa da, kendi düşüncelerine sahip olabilmeli, o düşünceyi savunabilmeli. Ama bu düşünce zamana ve günün siyasi, sosyal ve ekonomik yapısına göre sürekli değişiklik gösteriyorsa, işte orda sıkıntı var demektir. Bu noktada; Türkiye'nin asli sorunlarından biri de maalesef ki “omurgasızlıktır”. 

Bu nedenle, gazetecilerin, yazarların, çizerlerin Türkiye'de artık günün adamı olmayı bırakması, bu tür kişilere de prim verilmemesi gerekiyor. 

Unutmayın: Doğru birdir! Sevgi, saygı ve dua ile!