Ben bu insan kaynaklarına taktım. Nasıl takmayayım.

Neden insan kaynaklarına takmıyorlar? Ona da taktım açıkçası . Neden takmayayım..

Aileden, şirketlere, devlet kurumlarına, devletin  kendi yapısı dahil bütün  organizasyonları sanki değirmen insan öğütüyor.

Bu şimdinin meselesi değil.
Tarihimizin belki de kanayan en önemli yarası.  En önemli arızamız. Çözmemiz gereken en önemli sorunumuz.

Her şey insan için,  her şeyi insan yapıyor.
Yaşamı insan oluşturuyor.
Alemler yaratılırken insana emanet edilmiş.
Bütün kitaplar insana hitap ediyor.

Ama  bizzat insanın kendisi hak ettiği yerde değil.

Gelelim konumuza , sistem denen değirmenin öğüttüğü insana, insan kaynaklarına.

Bütün organizasyonlar insanlık üzerine kurulu ama insanlığın üzerine basa basa hareket eden bir sistem. Hiyerarşik yapı.

Geçen haftaki  yazımda da bahsettim. Belki de manasını idrak edemediğimiz ,kurumsallaşmanın içinde saklı her şey.

Bu konuya nereden geldim;

Aselsan' dan görevden alınan insanlar haberi ile. Bu konu üzerine düşünmeye başladım. 

Sordum neden?

Elbette alınması gerektiği için alınmışlardır. Benim sorguladığım taraf o değil.

Neden insanlar, onca birikimlerine rağmen görevden alınacak pozisyonlara geliyorlar.
İnsanları bu duruma getiren sebepler ne?

İnsanlar bir işe başlayıp deneyim kazandıkça , becerilerini geliştirdikçe bilgilerini biriktirdikçe daha değerli pozisyonlara gelemiyorlar?

Kariyer basamaklarının başında merdivenin nereye tırmanacağını bilmeden basamaklardan yukarı çıkmaya çalışıyorlar. Çıktıkları yerlerden birden düşüyorlar, yok oluyorlar.

Bu durum, özel sektörde de, devlette de benzer şekilde yaşanmakta.

Dedim ya şimdinin işi değil, tarihimizde hep ola gelmiş.

Oysa insan gerçekten birikerek,  deneyim kazanarak,  içindeki organizasyonları farklı boyutlara taşıyabilir.

İçinde bulunduğu organizasyonun sürekliliğini sağlayabilirler.  Yaşayan, öğrenen gelişen  lokomotif organizasyonların ortaya çıkmasına vesile olabilirler.

Toplumda bunun örneğini  Ahilik geleneğinin hüküm sürdüğü zamanlarda yaşamışız.  Yıllar içersinde değişen toplumsal şartlara göre güncellemeyi sağlayamadığımız için olsa gerek, başkalarının yönetim yapılarını kopyalayarak bir şeyler yapma çalışmış, ancak vagon olabilmişiz.

Ahilik düzeninde çıraklığa kabul, işe başlama, kalfa usta sürecinde  işe başlayan; eğer gayret ederse, edepli olursa, araştırmacı olur öğrenmeyi hal edinirse, dikkatli dinler, algısını açar iyi analiz ederse bir gün Usta olacağını, ustasının kendisine el vereceğini, yeni bir işyeri açabileceğini bilir.
Açıkça ifade edilmese de günümüz tabiri ile kendi kariyer planını yapabilir.

Yani ustasının liyakat sahibi oldukça bunu değerlendireceğine, gözeteceğine, hak sahibi olduğuna inanır.

Peki günümüzde;

Gerçekten bilgili, bilginin peşinden giden, öğrenmeyi meslek edinmiş, gelişmeye açık, gayretli, edepli bir insan işe sahip olan bir insan kariyer planı yapabilir mi?

Benim kuvvetli şüphelerim var. İş hayatım süresince,yaşadığım, incelediğim,  gördüğüm, okuduğum bir çok organizasyonda bu işin doğru olan şekilde yapılmadığını gösteriyor

Devletten başlayalım;

Liyakate dayalı kariyer yerine; 
İşe giren insan daha doğrusu devlete kapak atan insan,  Öncelikle hizmetini kendisini göreve getirenlere minnetini gösterecek şekilde yapıyor.

Nasıl göreve geliyor?

Aşiretleşerek,
Hemşehrileşerek,
Okullaşarak,
Cemaatleşerek,

Gruplaşarak, 

Klikleşerek

Devlet içerisinde kendisine bir mevzi elde  ediyor.

Sonrası mı?
Güçler değiştikçe onların pozisyonu da değişiyor, güçleniyor  ya da yok oluyor.

O kadar o insana yapılan yatırım da boşa gidiyor.
Onca deneyim ve birikim de tabii.

Özel sektörde de durum anı.

Bir insan işe başlarken çoğu zaman bir tanıdık aracılığı,

İlanlarla ve referanslarla işe alınıyor. İşe başlıyor. Yıllar geçiyor.

Kendince bir kariyer planı yapıyor. Bir Yerlere gelmeyi hedefliyor. Bugün yarın olacak ümidi ile çalışıyor sonra bir bakmış ki ;

İşletme içi gruplaşmaya, akrabacılığa, değerlendirme yoksunu, takdir fakiri  bir yöneticiyle çalıştığını fark edince , Şansını yeni bir yerde deniyor.  Yeni bir yer yeni bir iş derken iş yaşamının sonuna geliyor.

Neden?

 Çünkü pozisyonu belirleme gücünü elinde bulunduranlar;

Çalışandan sadece görev beklemiyor;

Mesela kendisine karşılıksız tabi olmasını istiyor.

Sorgulanmak istemiyor
Kendisini geliştiremediği için, işin de kendi yönetemeyeceği seviyeye gelmesine razı olmuyor,

Çalışanın kendi görevini alacağını düşünüyor,

Çalışanı işten çok kişisel bağlılıkla çalışmasını istiyor.
Yani  işin gereği çalışması gereken sisteme paralel bir sistem oluşturuyor.

Sadece kendi amacına  yönelik çalışan bir yapı.

Bu kişi, gruplar, cemaat, okul, tertipçilik ne olursa olsun sistemden çok onların gücünü korumaya yönelik paralel bir yapı oluyor.

İşte liyakatin, ahlakın, edebin, bilginin önüne geçen bir yapı, her zaman olduğu gibi kendisi ile beraber birçok insanı da yanında götürüyor.

Dolayısıyla onca tecrübe, birikim bilgi de  sistemin içinden boşalıyor.

Sil baştan yeniden.

Sürekli bir döngü içinde ne kadar sürekli olunabilir, ne kadar tutarlı olunabilir.

Gelişmemişliğimizin altında esas yatan problem bu değil  mi?

Öğütülen insan kaynakları aynı zamanda yaşamları da insanlığı da öğütmüyor mu?