Evrendeki bütün lisanların, cümlelerin, sözlerin, yazılmış bütün misallerin ve kâğıt ile kalemin ürünü olan bütün cisimlerin evveliydi nokta. Bu gerçeği öğrenmiş olmanın, ya da çok önceden biliyor olsam da henüz yeni fark etmiş olmamın şevki ile başlamıştım yazmaya da yine noktadan öteye geçememiştim. Hikâyem nokta ile başlamıştı, noktadan ibaret kalacaktı öyleyse.

Her şeyin başı Besmele idi, bunu biliyordum. Fakat Besmele'nin de ilk harfi olan Bâ'nın harf edeni değil miydi nokta? O halde Besmele'yi Besmele eden de epeyce halli bir noktaydı. Besmele'nin fazileti yine bir noktanın hükmüne dayanıyorken, her şey dönüp dolaşıp bir noktanın buyruğuna geliyordu.

Buyruğun geçerliliği sadece ve sadece âlemlerin Rabbi olanın mahrecindeydi. Bir şahsilik elbette yüklenemezdi ya, sıfatları çok idi Yaradan'ın. Her sıfatın sonunda nokta, her noktanın hükmü sıfat kadardı. Öyleyse buyruğun sonu da noktaydı, başı da.

Buyruğu geçerli kılanın elbette ki öncesi ve sonrası yoktu. Doğmamıştı ve doğrulmamıştı. Başı ve sonu da yoktu. Ama azameti vardı. Esresiz, ötresiz, cezmsiz bir harf gibiydi de azameti şeddeliydi.   O halde görebilen için, buyruğun sahibi de noktada gizliydi.

Var ile yok; zahir ile batın arasında tüm bunları yazarken. Lâl oluş ile gevezeliğin çizgisinin de noktadan geçiyor olduğunu fark ettim. O halde cümle ile boşluğun; söz ile suskunluğun çizgisi de noktaydı. Âdemin defteri alnındaydı. Alnındaki, kader defteriydi, amel değil. Alın, kara bir noktanın ön yüzüydü. O halde kaderi ile tecellinin de sınırı noktaydı.

Bu kadar çok misal yazmışken ve daha sonsuz kez noktaya anlam yükleyebilecekken yoruluyorum artık. Muharrir oluşum izin vermese de bu tembelliğe, ömrümce yazacağım hiçbir şeyin noktadan öteye geçemeyeceğinin farkına varıyorum. Çünkü asıl olan noktaydı, zahir olan noktadan sonrası. İllâ olan noktaydı; zinhar olan noktadan sonrası. Evvel olan noktaydı; ahir olan noktadan sonrası.

Her şeyi içeren, fakat hiçbir şeyin içinde olmayan... İçerecek kadar azametli ve geniş olup, içre olacak kadar asla küçük olmayacak olan da noktaydı.

Nokta hem cümlede, hem sözde, hem hurufta saklıydı. Nokta göze kaçmış, göz yaşarmış, sonra da gözün bahtına düşüp gören olmuştu. Oysaki göz, noktada saklıydı; aşk gözde.

Âşıklar ise bu yüzden göze tutsaklıydı.

Tutsaklık noktayaydı.

Ol bir hikmet ile daha doğmamış olan cenin noktaya dönmeye çalışan Vav'a benzerdi. Öyleyse ruh da noktada saklıydı beden de. Adım da nokta da saklıydı hedef de.

Bütün mümkünler faslını ve imkânsızları yazacak oluyorum bitmeye yaklaşan kalemimle. Oysa hokka da noktaya benzer, kalem de. Bakmayın siz kalemin Elif'e özendiğine. Elif'in mahareti de iki noktanın birleşmesinde.

Gözlerimiz küçük ama cihan değil. Oysa şu koca dünya kim bilir ne küçük bir noktadır Yaradan'ın gözünde.

Misalde hata olmasın. Lâkin teşbihte caizlik var. Uzaktan gelen nokta, uzağa giden nokta...

Yokluk da noktada, varlık da.

Hasret de noktada, vuslat da.

Selam da noktada, veda da!