İnsan zayıf varlıktır, buna rağmen kendinde büyük bir güç vehmeder. Öyle bir güç ki... 

Bırakın içinde yaşadığı günü yedi göbek ötesini düşünür, plânlar ve o plân doğrultusunda uygulamalar yapar. Oysa bir göbek ötesi için, hatta bir saat ötesi için bile garantisi yoktur. Buradan yola çıkarak, "insan nedir?" sorusuna "imkânı olduğu halde, aldığı nefesi ise veremeyebileceğinin, verdiği nefesi bir daha alamayabileceğinin bilincinde olmayan bir varlıktır" diye cevap versek sanırım hiç de yanlış olmayacaktır.

***

Sadece geleceği değil, geçmişi de arzuları doğrultusunda manipüle etmeye çabalar insan. Hani gelecek için duyduğu kaygı bir nebze anlaşılabilir, ama geçmişi ne diye değiştirmeye çalışır diye sorulabilir. Üstelik geçmiş zaten olup bitmiştir, onu sonradan tornaya sokmak nasıl mümkün olacaktır?

İnsan geçmişi bugünkü arzularını gerçekleştirmek için değiştirmek ister. Köyün marabasının çocukları kendilerine ağalardan oluşan bir soy ağacı inşa edebilirler. Bütün haki elbiseli hayatı asker kaçaklığıyla geçmiş bir dedenin torunları onu bir bağımsızlık savaşı kahramanı olarak anabilirler. Bütün ömrü tereddütlerle geçmiş bir meczubu evliya diyerek su üstünde yürütebilir, kanatsız uçurabilirler. Sıradan bir milletin mensupları zaferlerle dolu bir tarih icat edebilirler. Bazı Afrika halklarının okul kitaplarında sömürgecilerin tarihine özenerek kendi atalarının da sarışın ve mavi gözlü olduklarını gençlere öğretmeleri bu eğilimin trajikomik diyebileceğimiz örneklerindendir.

***

Bilenler biliyor ve her zaman uyarıyorlardı, ama dinleyenlerin sayısı çok azdı. Şimdi, son kalkışma dolayısıyla herkes tarafından saç-baş yolunarak anlaşıldı ki bazıları insanı güçlendirmek için gönderilen Din'i bir yandan insanı zayıflatmak için, diğer yandan da kendi zayıflıklarını maskelemek için kullanıyorlar.

Din, "geçmiş geçip gitmiştir, ondan alınması gereken dersi alın ve orada bırakın" derken zayıf adamlar geçmişi altın, gümüş, inci, mercan, pırlanta ile süsleyerek olmadık bir tarih kurgulamaktalar. Ve tabii ki bu kurgulamanın altında yatan ne tarih severlikleri ne edebiyat severlikleri. Her şeyi araçsallaştırdıkları gibi tarihi de edebiyatı da araçsallaştıran bu güruhun bütün amacı "iktidar"dır. 

İktidar dediysem yanlış anlaşılmasın, siyasi iktidardan söz etmiyorum. Siyasi iktidar, kurallarına uyulursa çok da zor olmayan siyasi çalışmalar ve mücadeleler ile elde edilebilecek bir şeydir. Bir parti kurarsınız, teşkilatlanırsınız, propaganda yaparsınız, seçime girersiniz, kazanırsanız ne âlâ, iktidar olursunuz, kazanamazsanız nerede hata yaptığınızın analizini yapıp onları düzelterek bir daha seçime girersiniz vs. vs.

Sözünü ettiğim türden yapılanmaların ele geçirmeyi amaçladıkları iktidar siyasi iktidarın ötesinde, insana dair ne varsa tamamı ele geçirilerek kazanılabilecek bir iktidardır. Ekonomi de onların olacaktır, eğitim de, sağlık da, hukuk da, mülkiye de, seyfiye de... Hatta din-diyanet de. 

Bu güruh başarılı olursa, yapıp ettikleri tam da benim "teofaşist" dediğim türden bir yönetimle sonlanacaktır. Cennet vaadiyle dünyayı da ahireti de sıkıyönetimle idare etmeye kalkışanların yaklaşımı aslında ikisini de cehenneme çevirmekten başka bir işe yaramayacaktır.

***

Gelecek, aslında hepimizin bildiği ama bir türlü bilincinde olamadığı gibi, gelip gelmeyeceği belli olmayan bir zaman dilimidir. Kanaatimce gelecek için yapabileceğimiz en iyi şey, bugünümüzü iyi yaşamak, yapmamız gerekenleri yapmak, yapmamamız gerekenlerden de uzak durmaktır. "Dem bu demdir" anlayışıyla yapacaklarımızı muhâl bir gelecek kaygısıyla yapmaya başlarsak korkarım ki bu yaptıklarımızın adı tûl-i emel olur.

Ne yazık ki Müslüman camiada gelecek kaygısı ve geleceği inşa etme iddiası kendimi bildim bileli eksik olmamıştır. Bir kısmı oldukça masum istekler olmakla birlikte ister "altın nesil" ister "Asım'ın nesli" densin "nesil üretim fabrikaları" kurmak, bu fabrikalardan seri insan imalâtı yapabileceğini düşünmek sadece bir vehimden ibarettir. Daha da feci olan, gelecekte "iktidar"ı ele geçireceği farz edilen bu nesillerin yetişmesi için bugün bazı din kurallarının göz ardı edilmesinin büyük fedakarlık olarak sunulmasıdır.

***

"Nerede yanlış yaptık?" sorusunun sanıyorum çok samimi bir biçimde sorulduğu günlerden geçiyoruz. Cevaplar arasında yukarıda arz ettiğim birkaç noktanın da hatırlanması benzer badireleri bir defa daha yaşamamamız için elzemdir diye düşünüyorum.    

***

Bu dünya yapıp ettiklerimizin yankılanıp bize döneceği bir dağdır. (Mevlana)